tr

Kullanıcı blogları

Aranan etiket: "kıbrıs"
Kıbrıs sorunu çözüm sürecinde liderler görüşmesi, Mülkiyet başlığının ele alınmasıyla birlikte, şimdilik, taşlı, çukurlu yolla girdi. Sarsıntı ve sallanma olması doğal.
Eskiden bu tür yollara, "langufalı" yol derdik. Artık "modernleştiğimiz"için yazı ve konuşmada pek kullanılmıyor.
"Langufalı" yola girdik ya, hemen olumlunun yerini olumsuz beyanatlar aldı. İki tarafın liderlikleri bolca, "kırmızı çizgilerden" söz etmeye başladı.
Bu gelişme olur olmaz, hem Türkiye'de hemde Kıbrıs'ta yorumlar farklılaştı.
Bakın, Türkiye'de hükümet kaynaklarına yakınlığı ile bilinen bir yazar mesajını verdi.
"Eğer Mart ayına kadar Referanduma gidecek bir gelişme olmazsa, artık ortaklık devleti değil, mevcut durumun kabul edilmesi süreci başlayacak"deyi verdi. Bu görüşü da yetkililere dayandırdı.
Bu makale hemen Güney ve Kuzey basınında etkisini gösterdi.
Federal çözümden kaçmak isteyen Kuzeyin ve Güneyin statükocu çevreleri buna sarıldı.
Görüşme sürecini kesintiye ve başarısızlığa uğratmak isteyenler kolları sıvadı.
Güney Kıbrıs'ta ilginçtir, ayni döneme denk gelen bir şekilde önce Sayın Anastasiadis'ten başlayarak demeçler ve yorumlar ortalığı kapladı.
Mart ayına kadar bir gelişme olamayacağı ve Referandumun mümkün olmayacağı dile getirilmeye başlandı.
Bu ifadeler başka şeylerle güçlendirilmek istendi.
Hemen Kuzeyde olduğu gibi Güneyde de "B Planı ele alındı" haber - yorumları ortalığı sardı. B Planı ne imiş? Tıpkı kuzeydeki gibi bir farkı yok.
Planın birinci maddesi, "devleti güçlendirmek çalışmalarını öne almak". İkincisi Türkiye'yi sorumluluğunda köşeye sıkıştırmak, bunun için uluslararası çalışmalara koyulmak.
Aynen Kuzeyde de böyledir.
Görüşme sürecinin tıkanması ile hemen başlarlar, "bırakalım artık bu görüşmeleri, devleti güçlendirmeye bakalım ve dünyaya açılalım"söylemlerine.
Sanki Kuzeyde ve Güneyde Kıbrıs görüşmeleri nedeni ile ellerini tutan var", hedefi hemenden Devleti güçlendirme iddiası olarak değiştirenlerin.
Sanırsınız ki masaya iki tarafta otururken, görüşmeler nedeni ile devleti, ekonomiyi güçlendirme işine ara verdik diye karşılıklı antlaşması yaptılar..
Yalanın bini bir para.
Çünkü statükoyu sürdürmek çabası için insanlara anlatacak bir masalları olması lazımdır.
İşte bu gelişmeler olurken Orta Doğu'da işler daha bir karmaşıklaştı. Rusya'nın Suriye müdahalesi ve Avrupa'ya akan yüz binlerce mülteci, işi daha da karmaşık bir hale getirdi.

MERKEL ve ERDOĞAN, DAVUTOĞLU
İşte bu aşamada Avrupa ve AB konuya özü ayni, ama farklı bir yaklaşım geliştirdi.
Özü ayni. Çünkü mesele, Türkiye'ye AB sürecinde yeniden zemin sağlamak.
Almanya Başbakanı Sayın Merkel'in Türkiye ziyaretinde bu açıklığa kavuştu.
Bu ziyaret öncesi mülteci akını için Sayın Merkel'in gündeme getireceği konuları "ahlaksız teklif " diye yorumlayan basındaki kimi Türkiyeli siyasi yorumcular, Sayın Merkel'in ziyareti sonrası ortaya çıkan yaklaşımlara, sessiz kalmaları çok anlamlı oldu. Bu da olayın çok ciddi olduğunu göstermektedir.
Bu çerçevede ifade edilen ana nokta, Türkiye'nin büyük ölçüde tıkanan AB üyelik müzakerelerinin önünü açmak hedefi oldu.
Bu bence, hem Avrupa, hem Türkiye, hemde Kıbrıs sorunun çözüm süreci için çok olumlu bir yaklaşımdır.
İşte bu gelişme olur olmaz, hemen Güney Kıbrıs'tan sesler yükselmeye başlandı.
Türkiye'nin bloke edilen başlıklarının açılmaması için niyetler ifade edilmeye başlandı.
Ayni şekilde söz konusu başlıkların açılması için Türkiye'nin Kıbrıs'ta taviz vermesi, Maraş'ın iade edilmesi, Kıbrıs- AB katılım anlaşmasının Türkiye tarafından tanınması fikirleri yüksek perdeden ifade edilmeye başlandı.
Bunlar olmazsa Türkiye'nin müzakere başlıklarının üzerindeki vetolarını kaldırmayacaklarını söylemeye başladılar.
Bizim taraftan bu konuda açıktan bir ses gelmedi. Ama bu fırtına öncesi sesizliğe benzer.
Şimdi bazıları CB Sayın Akıncı'nın bu sözlere cevap vermesi gerektiğini ifade ediyor. Yani kavga derinleşsin!

AHLAK ve TEKLİF
İşte bu aşamada bu konuya değinmek istedim. Öncelikle Kıbrıs Rum egemen güçlerini iki temel konuda sorgulamak lazımdır.
Bunlardan biri Türkiye'yi köşeye sıkıştırarak Kıbrıs sorununa çözüm bulma stratejileridir. Bu streteji sorunu ne kadar çözüme götürdü?
Bu strateji, Kıbrıs Sorununu Çözüme götürmeyi bir yere bırakın, "çözümsüzlüğü çözüm " olarak gören Türkiye'nin ve Kuzeyin statükocularının ayrılığı sürdürme ve derinleştirme niyet ve amaçlarından başka bir hususa hizmet etmedi.
Bakın, çözüme en yakın olduğumuz dönem, Türkiye'nin köşeye sıkıştırıldığı değil, aksine, AB Genişleme sürecinde Türkiye'nin AB aday üyeliğini alması ve üyelik görüşmelerinin başladığı dönem oldu.
Bugün eğer, çözüm konusunda Sayın Akıncı ile Sayın Anastasiadis arasında süren görüşmelerde yeni pek çok yakınlaşma konusu oluşmuşsa, bu, işte o dönemin oluşan mirasının üzerine konan yeni hususlar olmuştur.
Yani Türkiye'yi köşeye sıkıştırma stratejisi kopuşu ve gerginliği getirirken, Türkiye
ile evrensel demokratik ve barışcı değerlerde buluşma iklim ve yakınlaşmanın geliştiği, 2002- 2008 dönemi, çözümü ve barışı en fazla yakınlaştıran dönem olmuştur.
Bunun sarsılması ile ve Güneyin Egemen güçlerinin, Sarkozy'li Fransa'nın etkisinde, Avrupa'nın Türkiye karşıtlığı ile malül olan aşırı muhafazakar şahinlerinin dümen suyuna girdiği andan itibaren, Kıbrıs'ta çözümsüzlüğün ve gerginliğin yeniden artması oluşmuştur.
İşte bu bağlamda, yeniden, "Türkiye'nin köşeye sıkıştırılma" stratejine başvurulması ile birlikte, Türkiye'nin AB üyelik sürecindeki başlıklar bloke edilmeye başlandı. Fransa'nın başını çektiği bu adımlardan da cesaret alan Güneyin egemen güçleri hızla Türkiye'nin AB Görüşme sürecindeki başlıklarını bloke etmeye başladı.
Bu çok yanlış ve süreci kesintiye uğratan adım oldu. Bunu ilk olarak sorgulamak istedim.
İkinci sorgulamak istediğim nokta Gümeyin bloke ettiği başlıklar konusudur. Çünkü bu hiçbir degere sığmaz.
Her şeyi bir yere bıraktım. Geçmişte de yazdım. Açık açık.
Ben Güneyin, Türkiye'nin AB üyelik sürecinde 23.ve 24. Fasılları bloke etmesini hiç ama hiç anlamadım. İçime de sindirmedim.
Çünkü bu Fasıllar, Demokratik özgürlükler, İnsan Hakları ve Yargı ile ilgili başlıklardır.
Bu nasıl bir anlayıştır ki bu başlıkları bloke ederek, Türkiye gibi bölgenin güçlü ve ayni zamanda Kıbrıs sorununda da taraf olan bir ülkeyi siz, Avrupai demokratik ve yargı değerlerinden uzak tutmayı hedefleyeceksiniz?
Bu bloke ile birlikte bugün Türkiye'nin içinde yaşanan sıkıntılara bakın.
Kıbrıs Rum tarafı veya Avrupa, günümüzde Türkiye'nin yargı, insan hakları ve demokratik değerlerde tartışmalı bir konumda bulunmasından mutlu mu?
Üstelik hangi siyasi çıkar, Türkiye'nin insanının, insan hakları, demokratik değerler ve Yargı'da da Avrupa'i değerler dışında kalmasını size savundurur?
Siz bunu yaparak, Kıbrıs sorunu ve Kürt sorunu gibi temel sorunların çözümü için, bir toplumda gelişmesi gereken demokratik ve paylaşımcı siyasi ve toplumsal bir kültürün darbelenmesi ile yol alabileceğinizi mi sanıyorsunuz?
Bu demokratik değerler ve bunların üzerinde yükselecek siyasi kültür, bu temel sorunların çözümü için oluşması gereken demokratik ve paylaşımcı kültürün besiyeridir. Siz bunun önünü tıkarken, statükocu ve militarist, şöven, anti demokratik gelişmeleri arzulayanların önü açarsınız.
Bu sorunların çözümüne destek değil, aksine köstek olursunuz...
Bunun da ne Kıbrıs insanına, ne Türkiye insanına mutluluk getirmeyeceği açıktır.
Peki 23. ve 24. Fasıllarının önünü tıkayan Güneyin egemen güçleri, bugün bu gelişmenin önünün tıkanması nedeni ile Türkiye insanın yaşadığı acılara da ortak değil mi?
Hangi hakla siz,bugün, Türkiye'deki anti- demokratik gelişmeleri eleştirebilirsiniz?
Ayni şey Avrupa içinde geçerlidir.
Hem demokratik değerlerin ve yargının Avrupayi değerlere göre şekillenmesini engelleneceksiniz, hemde eski anlayışın boy vermesi ile doğan sıkıntıları eleştireceksiniz. Bunun samimiyet neresinde.

ŞİMDİ ESKİ GUBUR YİNE..
Şimdi, Sayın Merkel'in son Türkiye ziyareti ile yeniden Türkiye'nin AB üyelik müzakerelerinde tıkanan başlıkların açılması gündeme geldi.
Bu gelir gelmez o,"Türkiye'yi köşeye sıkıştırma" eski Guburu yeniden kınından çıktı. Bu niyetin beyan edilmesi ile birlikte, Güneyin siyasileri hemen, 23. ve 24. Fasılların üzerindeki blokajlarını kaldırmayacakları yüksek perdeden beyan etmeye başladılar. Buda tam da görüşmelerin olumlu bir ortamda geliştiği ve Mülkiyet başlığı gibi yani "langufalı" bir yola girildiği zamanda oldu.
Bu gelişmenin yaşanması ile birlikte, Kıbrıs Türk tarafı ile masada çözmeleri gereken konuları hemen Türkiye'nin AB Görüşme sürecindeki bu gelişme ile birlikte derhal Türkiye'ye havale edip indeksllemeye başladılar.
Bunu da Fasılların üzerindeki blokajı kaldırmak için şart haline getirip, Maraş ve diğer konuları ele almak istediklerini ifade ettiler..
Bu üstelik bu yakllaşım, Federal Kıbrıs'ın Ortağı ve Ortak Vatan'ın parçası olan Kıbrıs Türk Toplumuna dönük olarakta son derece yakışıksız ve yapılan en büyük haksızlıktır.
Üstelik de bunu yapanlar da ikide bir, Kıbrıs Türk Toplumunu Türkiye'den bağımlılıktan kurtarma gibi lakırdıları da yapanlardır.

ATEŞ BİZİ YAKMADAN
Bakın akıl başa toplanmalıdır.
Orta Doğu'da yayılan bu yangın, şu anda yalnızca çatışmasızlık hali olan Kıbrıs'ı da eğer tam bu zamanda karşılıklı kabul edilebilir ve 11 Şubat 2014 mutabakına bağlı bir barışa ulaştıramazsak, bilelim ki bu adayı da içine çekebilecek ateşe çekim güçünü de içinde taşımaktadır.
Kıbrıs'ın iki toplumu da şunu iyi görmelidir.
En yakın örnek yine Türkiye'dir.
Kürt sorununa çözüm bulmak için başlayan ve pek çok olumluluk getiren çözüm süreci, yarattığı umut ve olumluk biter bitmez, nasıl bir felakete yol açtığını hiç göz ardı edemeyiz.
Bundan ders almalıyız.
Eğer başlayan ve gelişen içinde çözüme dönük pek çok yeni yakınlaşmaların oluştuğu Kıbrıs sorununa çözüm bulma görüşmeleri tıkanır ve bundan taraflar kendi leyhlerine, Türkiye'de bazı yazarların ifade ettiği veya Güneyde de Türkiye'yi köşeye sıkıştırma stratejistlerinin ifade ettiği gibi, tek taraflı sonuçlar elde edebileceği fırsatçılığı eşliğinde, deyim yerinde ise tavuk körlüğü ile mesele ele alınırsa, bilin ki Kıbrıs, yangın yerine dönen Orta Doğunun ateş dilimleri içine düşecektir.
Evet, Görüşmeler, "langufalı"yolda ilerlemeli. Sarsılacağız, sallanacağız. Ama bu langufalı yol bizi menzile ulaşmaktan alı koymamalıdır.
Bu langufalı yolun sonu, yani ulaşacağımız menzil olan Federal Kıbrıs huzur,kalıcı barış ve selamet doludur.




Ferdi S. Soyer Eki 23 '15 · Etiketler: merkel, kıbrıs, güney, kuzey
Kurulacak Federal Cumhuriyette CB nın her iki toplumun da halk iradesi ile temsilinin sağlanması oldukça önemlidir.Ancak bunun sonuçta ortak Federal devletin Başkanı olacağı için bir şekli ile iki toplumun ortak iradesinin de yansımasına dayanması gerekir.
1960 Kıbrıs Cumhuriyetinin en zayıf noktası bu idi.Çünkü CB'nını Kıbrıslı Rumlar seçmekte ama CB Muavinini de Kıbrıslı Türkler seçmekteydi.
Böylece iki toplumun ayrı ayrı seçtiği bu başkanların yetkileri ise tüm adayı ve insanlarını ilgilendirmekteydi.
Çünkü sistem başkanlık sistemi idi.Kıbrıslı Rumların seçtiği başkan Bakanlar kurulunun 7 üyesini Rumlar arasından, Kıbrıslı Türklerin seçtiği başkan da 3 üyesini Türkler arasından seçiyordu.
Üstelik bu başkanlar ve onları destekleyen siyasi güçler hiçbir zaman ortak bir siyasi programa dayalı da seçime girmezlerdi.
Dolayısı ile ortak bir siyasi yaşam bu düzenlemeler nedeni ile zaten mümkün değildi.
Üstelik iki tarafta kendi dar ulusal çıkarları için motive oldukları için zaten çalışmalar ta baştan karşıtlıkların çatışması ile zedelenmekteydi.
Bu sistem yürümedi.
Şimdi federal bir çözüm için uğraşırken bu konu önem taşımaktadır.1960' taki gibi bir Kıbrıslı Rumun CB, Kıbrıslı Türkün de CB Mv olması ve dengelemek içinde karşılıklı veto hakları olması, ortak siyasi geleceği darbelecek unsur olacağı açıktır.
Bu yüzden Dönüşümlü başkanlıkla bir sürenin örneğin, beş yılın üçünün Kıbrıslı Rum Başkan, geri kalanın Kıbrıslı Türk başkan tarafından yürütülmesi formülü gündeme geldi.Bunu iki tarafta kabul etti.
Ama bunun bir sorunsalı var. O zaman bu başkanlar nasıl seçilecek.
Kıbrıslı Türkler'den oy almayan veya Kıbrıslı Türkler'den oy almayı düşünmeyen bir başkan ayni şekilde Kıbrıslı Rumlardan oy almayan ve oy almayı düşünmeyen bir Türk adanın tümünün nasıl başkanı olacak?
Seçilmesi için bir toplumun iradesine ihtiyaç duymayacak olan bir başkan,iki toplumlu bir federasyonun nasıl başkanı olacak?
Üstelik siyasi düşünsel idelojik ve programatik bir ortak belgesi, düşüncesi, hattı olmayan seçilmişlerin, ortak bir siyasi yaşamın gelişmesine nasıl bir katkısı olacak?
İşte bu yüzden dönüşümlü başkanlık yalnız başına bir anlam ifade etmez. Ortak siyasi iradenin nasıl olacağını da düşünmek gerekir.
Annan Planında merkezi federal hükümet, Başkanlık konseyi tarafından oluşturulacaktı.Bu başkanlık konseyi ise söz konusu planda, parlementer yapı öngörüldüğünden, her iki toplumdan oluşacak olan parlementodan o hükümetin ortak güven oyu alması gerekecekti.
Böylece her iki toplumda ayrı ayrı yapılacak olan seçimlerde siyasi partiler seçmene giderken, diğer toplumdan hangi parti ile koalisyon kuracağını açıkça programı ve hedefi ile belirtecek, halktan desteğini böyle alacaktı.
Üstelik bu model, yalnız iki toplum arasındaki ortaklığı veya konsensus arayışını değil ama federal parlementoda çoğunluğa ulaşmak ve ortak hükümetin tarafı olmak için siyasi güçleri kendi toplumları içinde de koalisyona veya farklı siyasi güçlerle ittifaka zorlayacak olan bir sistemdi.
Bu anlamı ile hem ortak iradeyi ve ortak siyasi hedeflerde iki toplumun yakınlaşmasını hemde toplumların kendi içlerinde bu hedef doğrultusunda ortaklıkları ittifakları bekleyecekti.Bunun federal yapıda sağlıklı bütünleşmeye kapı açtığı açıktı.
Ancak Sayın Talat ile Hristofyas arasında yapılan görüşmelerde Annan Plan'ından farklı parlementer düzenden ayrı, Başkanlık sistemine geçişte bir yakınlaşma doğdu.
Bunun bir sebebi de Annan Planının güneyde şeytanlaştırılması üzerine ondan daha farklı bir yapının oluşması ve halka götürülmesi ihtiyacı idi.
Başkanlık sistemi olunca ve başkanlıkta dönüşümlü olacağına göre, o zamanda gündeme bu iki Başkan'ın nasıl seçileceği girdi.
Çünkü Kıbrıs Türk toplumu sayıca Rumlardan daha az olacağı için bu sistemde ve ortak seçimde çoğunluk toplumun siyasi eğilimlerinin baskın olacağı açıktı KT Toplumunun siyasi eşitliğinin darbeleceği kesindi.Bu da her şeyin daha başlamadan bir toplum içinde bitmesi demekti.
İşte bu yüzden çapraz oy meselesi ortaya çıktı.
Kıbrıs Türk toplumunun oyunun, ağırlıklı olarak kullanılacağı bir model gündeme geldi.
Böylece hem iki toplumun ortak iradesi halka oyu ile yansıyacak, hemde iki başkan halktan ve iki toplumdan oy alarak iş başına geleceği için konu daha bir demokratik ve ortak siyasi yaşama dönük evrimleşecek hemde siyasi eşitlik sarsılmayacaktı.
İşte bu bağlamda konu tartışılırken bazı güçler tarafından bu içeriğinden çok Kuzey Kıbrıs'ta ve güneyde Talat ve Hristofyasa dönük iç siyasetin mezesi yapıldı.
Demagojinin bini bir para oldu.
Ancak daha sonra yapılan seçimlerde Sayın Eroğlu seçildi.
Seçim döneminde oy almak adına, bu çapraz Oya şiddetle karşı çıkmıştı.
Ama daha önce Sayın Talat'ın bir paket halinde diğer şeyler yanında güneye sunduğu bu öneriyi," seçildikten sonra Talat'ın bıraktığı yerden devam edeceğim" diyerek, şeklen savunur oldu.
Ama masada da çapraz Oya karşı olduğunu söyledi.
İşte bu yüzden o zamanda güneyin siyasi güçleri, dünden aradıkları fırsatı buldular ve öyle ise Dönüşümlü başkanlık da olmaz dediler.
Bu yüzden Anastasiadis masaya 1960 modeline benzer, ama ondan da geri bir öneri sundu.
Her ne kadar bu öneri sunulduktan sonra KT tarafı çapraz oy için olumlu söz etmede inandırıcı olmadı.
Şimdi açıktır, Dönüşümlü başkanlık tezi, siyasi eşitliği sarsmayacak şekilde, ortak siyasi bir yaşam ve her iki toplumun her iki Başkan'nın seçiminde oluşacak olan ortak siyasi iradesine nasıl yol bulunabileceği ile meşruluk ve güç kazanır.
Hem dönüşümlü başkanlık isteyeceksin ama hemde ortak bir siyasi iradenin nasıl gelişeceğine dair düşünce üretmeyeceksin bu olanaklı değildir.

EKONOMİ VE KIBRIS SORUNU

Kıbrıs'ın her iki tarafında da çok önemli bir ekonomik kriz yaşanmaktadır. Güney'de bu durum, 1974'te oluşan konuma benzetilmektedir. Kuzey'de ise ekonomik örgütler durumu felaket olarak tanımlamaktadırlar.

Bu durum gerçekte her iki tarafta, Kıbrıs sorununun çözümsüzlüğünün oluşturduğu şartlarda, doğan bazı imkanlar ve bu sorun nedeni ile yine her iki tarafta oluşan yapısal sorunlar nedeni ile oluşmaktadır.

Bir kere artık dünyada meydana gelen gelişmeler nedeni ile oluşan şartlarda, çözümsüzlüğün getirdiği avantajlar ortadan kalkmıştır. Bu nedenle çözümsüzlük siyasetinin sürdürülmesi için, çözümsüzlük şartlarında oluşan bazı olanaklarla, her iki tarafta, kendi yapılarına uygun olan ama ekonomik akla uymayan,  popülist düzenlemeler yapılmıştır, ama bu artık sürdürülemez, finanse edilemez hala dönmüştür.

Bu nedenle her iki tarafta bu yapı inanılmaz bir soruna dönüşmüş bulunmaktadır.

Nitekim, şimdi kriz aşamasında bakıyoruz, güneyde ve kuzeyde ekonomik durumun düzeltilmesi adına alınan önlemlerde, çok ciddi benzerlik göstermektedir.

Her iki tarafta özelleştirme, kamu harcamalarının azaltılması adına ücretleri baskılama, alım gücünü azaltma, dolaylı vergileri yükseltme, sosyal harcamaları sağlık, eğitim alanlarında kısma ve benzeri düzenlemeler yapılmaya çalışılmaktadır.

Bu düzenlemelerden en büyük kaybı da emekçiler, üreticiler, küçük ve orta işletmeler esnaf çekmektedir. İşsizlik ise her iki tarafta gençlerin en büyük kabusu olmaktadır.

Halbuki bundan kısa bir süre öncesine kadar durum inanılmaz bir görünümde idi.

Güneyde 2007 de Bütçeleri fazla vermişti. Bunula ilgili övünmeler alıp başını o günlerde giderken bu durum, Kıbrıs sorununa dönük de çözümsüzlük şartlarını sürdürme konusunda inanılmaz bir cesaret vermişti güneyin egemen güçlerine.

Bugün Sayın Anastasiadis'i Ortak Metin konusunda desteklediğini açıklayan Baş Piskopos Hrisostomos ;Annan Planına dayalı Federal çözüm konusu Referandum aşamasına geldiğinde, o dönem, Baf Metropoliti olarak verdiği demeçte Hayır kampanyası açarken, "ne AB üyeliği geldiği için, aç Türkleri mi destekleyeceğiz" diyerek, ekonomik durumun bu temelsiz rahatlığı içinde hoyratça açıklamalar yapıyordu.

Yani Kuzeyin yaşadığı ekonomik sıkıntıları hegomonyacı, hakimiyetçi anlayışının gerekçesi haline getirmekteydi.

Bugün Güneyde yaşanan acı ekonomik kriz boy verdiğinde ise Kuzeyde göstermelik kısmı ekonomik rahatlığın rehaveti içinde, o dönem iş başında olan UBP Hükümeti ve Sayın Eroğlu'da Güneyde bu yaşanan acıya bakarak, onların acısı üzerinde kendi ayrılıkçı niyetlerinden siyaseten yararlanma faydacılığı içine girmişti.

Onlarda, Güneyde yaşananlara bakıp açıkça şunu söylediler. TL Kullanın, size yardım edelim falan gibi üstünlük taslayan açıklamalar yaptılar. Şimdi ise halimize bakıp ağlıyoruz, hayıflanıyoruz.

Böylece, Güneyin ve Kuzeyin çözümsüzlükten nemalanan kesimleri adına, onların bağnaz sözcüleri, her iki tarafta bu ekonomik sıkıntılardan yara alan en geniş halk kitlelerinin üzerinde siyaset yapmaya soyundular.

Ama bunun ne denli temelsiz olduğu açıktır.

Biz, 2004 Referandumundan sonra çözüm umudunun ciddi esintinin ekonomimize kattığı serinliği yaşadık. Her alanda ciddi büyümeler yaşadık. Refah insan yaşamının her alanında görüldü.

Güney çözüm olmadan Kıbrıs'ın AB üyesi olmasının ekonomilerine kattığı esintiyi, büyük bir gelişme ile yaşadı. Demokratik ve insani değerlerde gelen olumluluğu da yaşadı. Bütçeleri artı verdi, 2007' de.

Kuzeyde bizde bunu her açıdan olumlu olarak yaşadık.

Ogünlerde hatırlıyorum " artık Kıbrıs sorunu ile uğraşmak değil iç konularla uğraşmak gerekir" denmekteydi. Hatta Kıbrıs sorunu ve çözümü ele alanlara dönük, bu meseleyi yani çözümü ele alanlara dönerek; "siz bunu afyon gibi kullanıyorsunuz" diyen aklı evvelleri de unutmadık.

Ama ne zaman çözümsüzlük olgusu yeniden kendini bütün "heybeti" ile gösterdi, hem Kuzey, hem de güney eskiye çok daha ağır koşullarda geri döndü.

İşte bunlar artık bize aldatıcı refahlardan uzaklaşmamız gerektiğini göstermektedir. Sürdürülebilir gelişmenin en esaslı temeli çözümdür. Ekonomik sıkıntıların yükünü her iki tarafta çalışanların üstüne yıkanlar askeri harcamaları çözümsüzlük şartlarını sürdürmek için birbirlerine üstünlük sağlamak için dışta ve içte harcadıkları kaynakları ise azaltmak bir yere alabildiğine artırmaktadırlar. 

Bir bakın bakalım, her iki tarafın dış ilişkilerde, birbirine dair üstünlük sağlamak için harcadıkları kaynaklar ne kadardır?

Bunlar olmasa kaç yurttaşlarına sağlık hizmetlerinden kesinti yapmadan ne kadar hizmet verebilirler? Kaç okul yapabilirler.

Evet, ekonomik sıkıntıları aşmanın en önemli zemini çözümdür. Bunu artık herkes görmelidir.
Ferdi S. Soyer Ağu 28 '15 · Etiketler: ekonomi, maliyet, kıbrıs