SANAYİ, TİCARET ODALARI ve MODEL Ferdi Sabit Soyer
Döviz Krizi ile ilgili tartışmalar, arayışlar devam ediyor. Olacak. Ancak bu tartışmalarda bir noktayı göz ardı etmek mümkün değildir.
2009 Yılından sonra ülkemizde, "tüketimi kısma ve tasarruf tedbirleri" adı ile bir politika uygulandı.
Bu Türkiye'de gündemde olan politikanın benzeri oldu.
Bununla ilgili meşhur düzenlemelerde, kamu açığını düşürmek hedef oldu. Ücretler basıkılandı, özellikle dolaylı vergiler artırıldı.
Sanayi ve Ticaret Odalarının Açıklamalar:
Şimdi bu politikanın çıkmazını ve tükenişini, bazı açıklamalar özetliyor.
Sanayi Odası, döviz krizinin aşılması için önerilerini yaptı. Bunu basında okuduk. Bakın ne deniyor?
" 13. Maaşlar hemen ödensin veya yarısı ödensin"
Bu ne için isteniyor? Piyasalardaki daralmanın, kısa vadeli günlük tedbirlerle açılması ve Piyasaya para çıkması için. Zaten Bankalar kampanyayı başlattı.
"Ey,memur, işçi gel, 13. Maaşını ödeyelim"diye.
Bu halde insanlar, biraz faiz ödemesi ve 13. Maaşlarından biraz kayıp ile bu yolu tutacak.
Bunun için Bankaların kampanya başlattığı bu alana, Sanayi Odası diyor ki öde ve insanlar bunu alsın ve piyasaya biraz akıtsın.
Ticaret Odası ise, KDV'lerin özellikle gıda ve elektrikte düşürülmesi ve devletin döviz bazlı dolaylı vergilerinde kur sabitlemesine gitmesini istiyor... .
Kısacası 2009 sonrası uygulanan ve ücretleri baskılanması yanısıra, halka, daha fazla dolaylı vergi salınması politikasının kısmen gevşetilmesini talep ediyorlar.
13. Maaşların ödenmesi söyleniyor, ancak Asgari ücret ve çalışanların gelirlerinin artırılması konusu ile ilgili söz yok...
Peki, bu palyatif öneriler kötü mü?
Hayır, bu aşamada üzerinde durulması ve imkanlar çerçevesinde değerlendirilmesi gereken mantıki olan, sınırlı palyatif tedbirlerdir bunlar.
Ama bu görüşlerin, Sanayi ve Ticaret Odalarınca dile getirilmesi, özellikle 2009 sonrası uygulanan ekonomik politik anlayışın resmen çöküşü demektir.
Devlet ve Vatandaşı Borçlu:
Çünkü bu politika, kamu bütçesini düzenlemek adına uygulamaya konuldu. Evet, bu uygulama ilk anlamda belli başarılar gösterdi.
Ancak bu modelin, ekonomide ve insan yaşamında yol açacağı çıkmazı ifade ettik ve çok tartıştık. Üstelik bunu uygulayanlar ve destekleyenlerde bizi, dün, çalışanların ve insanların reel gelirlerini artırdığımız için suçlayanlardı.
Uygulanan o politika ile insanların gelirlerinde oluşan reel artış, ekonomide, ticarette, inşaat sektöründe önemli bir ivmeyi yol açmıştı. Bu ivmeye ve gelişmeye karşın bundan en fazla yararlananlar bizi eleştirdi ve farklı olan "tasarruf" modelini siyaseten desteklediler.
Çünkü mantık; kamu bütçesinden yapılacak Tasarrufla elde edilecek kaynağın, özel kesime destek için akıtılacağı ve " özel sektörün güçlendirileceği" vaadi ile şekillenmişti.
Şimdi bakın, uygulanan bu politika, bırakın güçlenmeyi, günümüzde yaşanan yıkım nedeni ile şimdi piyasaya biraz damlama olsun diye, 13. Maaşların ödenmesini ve dolaylı vergilerin azaltılması taleplerini dünden farklı yaklaşımı, özel sektörün iki güçlü örgütü yapıyor.
Çünkü, yaşanan bu döviz krizi ile bu politikanın yol açtığı çıkmazın, tamamen derinleşmesi gelişti.
Yani bu yanlış, döviz krizi ile birlikte artık tam görünür oldu.
Ancak bu politika gündeme alınırken, 2009 sonrası, buna, görünmeyen "paralel" bir politika da uygulandı.
Ne idi, bu " paralel politika"?
Kamu Bütçesinin zaafiyetlerini gidermek için uygulanan söz konusu tasarruf politikasının ekonomide sıkışıklığa yol açacağı da biliniyordu.
Bu kez de bu politikanın yol açacağı çıkmazı azaltmak için, gündeme, özel kesimi ve hane halkını borçlandırma ve bu yolla tüketimi devam ettirme anlayışı getirildi.
Yani bu tedbirler alınırken, ayni zamanda özel kesimi ve tek tek hane halkını borçlandırma için teşvik politikası de gündeme kondu.
Kamu görevlilerine dönük sistemli bir politika gündeme girdi.
"Maaşının 50 katı kadar borçlanma imkanı!"
Özel kesime borçlanma kolaylığı.
Bu "paralel politika", büyük kampanyalar, reklamlar ve propaganda ile yaşama kondu.
Sonuç ne oldu?
Özel kesimin ve hane halkının borçlanması gelişti.
Bu borçlanmalar ile insanlar ya yaşam standartlarını düşürmemeye çalıştılar. Ya da bu borçlanma kolaylığı ile dayanıklı tüketim malları alımı ve inşaat sektörüne kaynak aktarımı sağlandı.
Bunun buz üstüne yazılmış bir yazı olduğu sonradan ortaya çıktı.
Çünkü buz erimeye başladıkca, yani reel enflasyon artıp, reel gelir azalmaya başlayınca, insanların alınan borçlar karşılığında, gelirlerinden ödedikleri taksidin dışındaki, "taksit dışı" fazla da azalmaya başladı.
Bu kez standardı düşürmemek için de kredi kartları devreye girdi. Kredi kartları borçları da artmaya başladı.
Böylece piyasaya çıkan " taksit dışı fazla "azaldı. Esnaf, iş dünyası daralan piyasadan çok etkilendi.
Döviz krizi ile insanların ciddi bir kısmının maaşları, taksit ödemeye dahi yetmemeye başladı.
Özel kesimde bu sürede borçlandı. İşletmeler sıkışmaya, banka borçları zorlanmaya başladı.
Hop devreye tefeciler girdi. Şimdi bunun yol açtığı derin sosyal ve hukuki yaralar konuşuluyor.
Bu model uygulanırken, ayni dönemde bu paralel politika yanısıra, Türkiye'de uygulanan bir yan daha, büyük propaganda ile devreye sokuldu. Ama bu bizde sonuçta komediye döndü.
Kamu bütçesini düzenlemek için tasarruf politikası ile birlikte ayni zamanda, Türkiye'de özelleştirmeler de gündeme geldi.
Bundan elde edilen kaynaklar ve tasarruf politikası ile gelişen kaynaklar, evet belli bir dönem ekonominin gelişmesine destek oldu ve ekonomide sıçramalar yaşattı.
Bize de ayni anlayış, bu alanda da büyük bir propaganda ile devreye girdi. Her şey özelleşsin.
Ne oldu? Bu bizde komediye döndü.
Ercan Devlet Havalanı Özeleştirildi. Fakat, Özelleştirme yasasının açık hükmüne karşın, bu özelleştirmeden gelen kaynak ne oldu?
Ne,"özel sektörü güçlendirme" söylemine karşın bu alana, ne de Özelleştirme yasasının açık hükmü olan, özelleştirmeden gelen kaynağın devlet borçlarının ödenmesinde kullanacağı ifadesine rağmen gelen para, bu alanlarda kullanılmadı
Bu kaynak ne oldu?
Bu kaynak, 13. Maaşın ödenmesi için, yani bir defalık Sultanlık için harcandı gitti. Ne Devlet borçları azaldı, ne Özel kesim desteklendi. Şimdi bu devlet borcu, aksine artarak duruyor.
Bu nedenle bu gün, 13. Maaşların ödenmesi, KDV'lerin düşürülmesi için düşünce geliştiren iş ve siyaset dünyasının belli kesimleri, 2009 sonrası uygulanan bu modelin savunulması için yaptıkları kampanyaları artık gözden geçirmelidir.
Hele dün KDV'lerin eşitlenmesi ve yükseltilmesi için düzenleme yapmayı marifet sayıp, canlarını yiyenlerin, bugün KDV'lerin aşağıya çekilmesi için görüş beyanları son derece düşündürücüdür.
Bu bakımdan, 2009 sonrası uygulanan ekonomik anlayış, öncelikle sorgulanmalıdır.
Bunun yanısıra, döviz krizi ile ilgili alınacak tedbirler çok yönlü tartışılmalıdır. Ithalatımızın % 66'sını gerçekleştirdiğimiz Türkiye ile ticari ilşkimizdeki temelin, Dolar üzerinden olduğunu da hiç göz ardı etmemek gerekir.
Bu ise yaşamda TL kullandığımız gerçeği ile ele alınmalıdır.
Çünkü, Türkiye iç Pazarında, evet, döviz yükselmesi belli maliyet etkilerine yol açar. Ama iç ticaret TL üzerindendir.
Ancak biz TL kullanıyoruz, fakat Türkiye ile ticaretimiz dahi dolar üzerindendir. Bunun yol açtığı etki herkes ve bu ülke için çok fazladır.
Bugün uygulanan bir politikanın çıkmazı ile karşı karşıyayız. Tasarruf adı altında tedbir, ama hane halkını ve özel kesimi borçlandırma ile düzeyi koruma çabası resmen çıkmazın bizzat kendisi olmuştur. Bunu ele almak şarttır.
Duvar