tr

Blog sahibi: yonetici


CB AKINCI'NIN GÖRÜŞMECİLİĞİ ve ERTOĞRULOĞLU'NUN TALEBİ..

Crans Montana'da Kıbrıs sorunu çözüm sürecinde ortaya çıkan sorundan sonra bu durumdan kendi ideolojik konumu çerçevesinde siyasi sonuç çıkartmak isteyenler, görüş üstüne görüş ifade ediyorlar...
Sayın Tahsin Ertoğruloğlu, Crans Montana sonrasında basına verdiği demeçte ilk olarak olumlu görülecek görüşler söylemişti.
Ona göre, kaosa düşmeden, "tüm siyasi partilerin, partiler üstü Kıbrıs Politikası olması gerekir" diye görüşler açıklamıştı.
Çıkış yolu arayışı için,"Partiler arası diyalogtan" da söz etmişti..
Ancak, daha sonra söyledikleri ile bu yaklaşımın hiç ilgisi yoktur.
Alternatif arayışlar için, "Kuzeyin Türkiye'ye ilhak edilmesi seçeneği" de ifade etti. Ancak daha sonra tepkiler üzerine yaptığı açıklamalarda ısrarla, "yanlış anlaşıldım, söylediklerim bilinçli olarak çarpıltıldı" diye açıklamalar da yaptı.
Ama bu açıklamalara karşın hala, tek taraflı yaklaşımlarla kendi ideolojik tavrını dominant kılmaya çalıştığı da çok açıktır,.
KRİZE OYNAMAK..
Üstelik ne acıdır bu ortamda krize de oynamaktadır.
Nitekim, son açıklamasında gündeme taşıdığı konu krize oynamaktan başka bir şey değildir.
Sayın Ertoğruloğlu;
"Cumhurbaşkanı Akıncı görüşmecilik görevini Meclise iade etmelidir" dedi.
Bir kere nereden bakarsanız bakın, tutarsız olan bu yaklaşım, herseyden evvel bizzat Sayın Ertoğruloğlunu'nun kendi siyasi yaklaşımı ile de terstir.
Neden mi?
Çünkü bu ülkede herkes biliyor ki Sayın Ertoğruloğlu Başkanlık Sisteminin en hararetli savunucusudur.
Bu görüşüne karşın, Halk Oyu ile doğrudan seçilen Cumhurbaşkanının bu temelde ayrıca uluslararası kabul gören Görüşmecilik yetkisini, Meclise iade etmesini talep etmektedir.
Bu hararetle savunduğu Başkanlık sistemi anlayışına terstir.Yani ideolojik yaklaşımı için kendisi ile bile de ters olmaktan çekinmiyor.
Bu tutarsızlık başka noktalar da daha ortaya çıkmaktadır.
GÖRÜŞMECİLİK YETKİSİ HALKTAN, DOĞRUDAN ALINIR..
Bir kere Cumhurbaşkanına görüşmecilik yetkisini Meclis vermedi.
Bu doğrudan halk iradesi ile seçilen Cumhurbaşkanın yetkisindedir.
Sayın Denktaş'a, Sayın Talat'a ve Sayın Eroğlu ile Sayın Akıncı'ya Cumhurbaşkanı seçildikleri seçimlerden sonra, ne zaman seçildikleri ilgili seçim dönemleri sonrasında Görüşmecilik yetkisi de veren bir Meclis kararı çıktı?
Görüşmecilik; o makamın gereği olarak, Cumhurbaşkanı halk oyu ile doğrudan seçildikten, sonra sahip olunan yetkidir.
Bakın, Türkiye'de Cumhurbaşkanı ilk kez halk oyu ile doğrudan seçildikten sonra çok değişik bir ortam oluştu.
Nitekim bu temel, en sonunda Türkiye'yi, Cumhurbaşkanlığı sistemine taşıyan Anayasa değişikliğine kadar götürdü.
Şimdi ilk zamandan beri Kıbrıs'ta Başkanlık ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin halk oyu ile yapıldığı ve Parlamenter sistem içinde Kıbrıs sorununda görüşmecilik yetkisinin bu temelde, halk oyu ile doğrudan seçilen Cumburbaşkanına ait olduğu siyasi gelenek ve zemini yok saymak mümkün değildir.
Bu gerçek ışığında Cumhurbaşkanı Sayın Akıncı'ya "görüşmeciliği Meclise iade et" çağrısının, Dışişleri Bakanınca yapılmasını, krize oynamak niyetinden başka bir şeyle tanımlayamayız.
TARİHSEL TEMEL
Üstelik biraz tarihsel bilinçle de meseleye baktığımızda bu gerçeği daha net görürüz.
Kıbrıs'ta ,1963 sonrası Kıbrıs Rum bağnazlarının, Kıbrıs Cumhuriyetini gasp etmek için attıkları adımdan sonra oluşan ortamda, Görüşmecilik yetkisi; 1974'e kadar Kıbrıs Cumhuriyeti Cumhurbaşkan Muavini ve bu temele sahip olduğu içinde ayni zamanda Kıbrıs Türk Yönetimi Başkanı da olan ve doğrudan halk oyu ile seçilen Rahmetli Dr Fazıl Küçük ile R.R. Denktaş'taydı.
1963- 74 arası ne Sayın Küçük, nede Sayın Denktaş o dönemde, " ben Kıbrıs Türk Yönetimi Başkanıyım bu yüzden KC Cumhurbaşkan Muavinliği konumunu ret ediyorum" demediği gibi bu yetki içinde Meclis kararı almadılar. Halktan aldıkları destekle bunu yaptılar.
Bakın, o dönemde "Başkanlık" için tek, iki adaylı seçim, 1972 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde oldu.
Sayın Ahmet Mithat Berberoğlu'nun adaylıktan çekilmesine kadar olan seçim kampanyasında da seçimin esası; 1968'de başlayan Toplumlararası görüşmelerde izlenecek olan yolun ve siyasetin ne olacağına ve olması gerektiğine dönüktü.
Bu tartışmalara bağlı olarak adaylar, Kıbrıs Türk halkından yetki talebinde bulunuyorlardı.
Ayni şekilde 1974 sonrası, KTFD Başkanlığı ve KKTC Cumhurbaşkanlığı için yapılan tüm seçimlerde de seçimin esas temeli, Kıbrıs sorununda izlenecek olan yol ve buna dair siyasi tartışmalar ve yaklaşımlar olmuştur...
Tüm adaylar bu esas için halktan yetki talebinde bulundular.
Bu nedenle tüm bu seçimlerden sonra seçilen Cumhurbaşkanları, Görüşmecilik görevine, halktan doğrudan seçimle aldıkları yetki ile Toplum lideri statüsünde sahip olmuşlardır.
TEK İSTİSNA TALAT'TIR
Bu konuda bir tek istisna vardır. Buda Başbakan olarak Sayın Talat'ın 2004 döneminde Görüşmeci olmasıdır.
Buda o dönem Cumhurbaşkanı ve Görüşmeci olan Rahmetli Sayın R.R. Denktaş'ın, dönemin Başbakanı olan Sayın Talat'ı yetkilendirmesi ile gerçekleşti.
Bunun için BM Genel Sekreterliğine yetkilendirme yazısı verdi Sayın R.R. Denktaş..
Yani bu yetki devri de Meclis Kararı ile olmadı. Bu görev için seçilen Cumhurbaşkanının yetki delegesi ile gerçekleşti.
Çünkü, Annan Planı zemininde görüşmelerin yapılmasını ifade ederek halk oyu ile seçilen Sayın Talat Başbakan olmuştu.
Bu temeli benimsemeyen, ama halkın bu iradesine saygılı davranan Cumhurbaşkanı Sayın RR Denktaş, Bürgenstock'ta yapılan görüşmelere katılmadı. Ama Başbakan'a yetki delege etti.
İşte bu temelde Başbakan olarak Sayın Talat Görüşmeci oldu...
Yani bunun için KKTC Meclis kararı alınmadı.
Bu, bizzat Görüşmecilik Görevi için de seçilmiş olan Cumhurbaşkanı Sayın R.R.Denktaş'ın yetkilendirmesi ile gerçekleşti..
Sayın Tahsin Ertoğruloğlu o dönem yine milletvekili idi. Üstelik 1998- 2003 döneminin de Dışişleri Bakanı idi.
Ayrıca Rahmetli Sayın R.R. Denktaş'ın da düşünsel,manevi ve siyasi destekçisi idi.
Bu adım için o dönemde ne Rahmetli Sayın Denktaş'a karşı bir eleştirisi ve sözü oldu.
Nede siyasi düzlemde kendisi ve partisi bu konuyu "olamaz" diye Meclise getirmişti.
Yani bugünkü tavrını o dönem takınmadı.
Buda Crans Montana sonrası oluşan ortamdan siyasi krizle ideolojik yaklaşımı için faydalanmak amacında olduğunun en önemli göstergesidir.
Kısacası, Kıbrıs sorunun çözüm sürecinde Görüşmecilik Görevi, Meclis kararı ile olmadı. Bu görev, hep halk oyu ile doğrudan seçilen "Başkana" ait oldu..
Şimdi, Kıbrıs sorununda meydana çıkan son durum nedeni ile ideolojik amaçla Cumhurbaşkanı'na Görüşmeciliği," Meclise iade et çağrısı yapmak" en hafif deyimi ile iç siyasi yaşamda da krize oynamak demektir.
GÖREV YERİNE, KRİZ ÜRETMEK...
Üstelik bunun dönemi bir başka açıdan da çok ilginç.
AB Komisyon Başkanı Sayın Junkers'in, iki lidere de yolladığı son mektupta, AB Uyum süreci için bu aşamada çözüm öncesi AB Uyum çalışmalarının başlatılması çağrısı yaptı.
Üstelik Sayın Junker'in bu çağrısı, Crans Montana sonrası, Güneyin bağnazlarının görüşmeler tıkandığı için AB Uyum Çalışmalarını durdurma yaklaşımını içeren mektubu Sayın Akıncı'ya yollamasından sonra oldu.
Yani AB üyesi olan "Kıbrıs Cumhuriyetinin" yaklaşımı ile AB Komisyon Başkanı Sayın Junker'in mektubu ciddi çelişki içindedir.
İşte bu gerçek ortada iken, bu ciddi çelişki ışığında, normalde KKTC Dışişleri Bakanlığının çalışması ve Meclis, Cumhurbaşkanlığı,siyasi partiler ve sivil toplumla birlikte bu konu üzerine yoğunlaşması gerekir.
Yani topluma dışa dönük yol açmaya çalışması gerekir.
Güneyin bu bağnazlığını deşifre ederek, AB ile bu zeminde, Güneyin bağnazlığına karşın, ilişki geliştirme arayışı içinde olması ve toplumun pek çok açıdan ekonomik, kültürel, sportif ve diğer alanlarda dışa açılmasını zorlaması gerekir.
Ama böyle bir zamanda Sayın Ertoğruloğlu, ideolojik amaçla Federal çözüm karşıtlığına zemin kazandırmak için Cumhurbaşkanının görüşmeci yetkisini boş yere tartışmaya taşımayı seçti.
Böylece hem kendisinin, hemde toplum enerjisini boş yere harcamaya yol açıyor...
Bakın, Türkiye Dışişleri Bakanlığı,BM Güvenlik Konseyinin Kıbrıs BM Barış Gücünün görevini uzatmak için verdiği kararın içeriğine dönük olarak belli eleştiriler yaptı.
Ama KKTC Dışişleri Bakanı, aklı selimle konuyu ele almamız yerine, ideolojik darlık içinde çok temelsiz bir konu ile bu atmosferde toplumsal dikkati dağıtmaktadır.
TC Dışişlerinin BM Güvenlik Konseyi Kararına dönük eleştirisi, Konseyin, Crans Montana sonrası görüşmelerin hangi temelde devam etmesine dönük çerçeve çizmesine dairdir.
Buda çok açık. BM Güvenlik Konseyi, çözüm için BM Parametreleri üzerinde ısrar etmektedir. 5'ler olarak da ifade edilen Konseyin bu tavrı çok açıktır.
Ne yani, bu temelin yani BM Parametrelerinin oluşmasında, Kıbrıs Türk Tarafı ve Türkiye'nin emeği, alınteri ve çilesi vardır. Bunu kendi elimizle mi yıkacağız?
İşte bu nedenle kısır ideolojik at gözlükleri ile kaos yaşamak yerine, akıl dolu yaklaşımla bu zor zamanı nasıl aşmamız gerektiğini, farklılıklar içinde birbirimize saygı temelinde konuşabilmemiz gerekir.
Çünkü Sayın Junker'in mektubu açık.
Çünkü BM Güvenlik Konseyinin duruşu net.
Bütün bunlara sahip çıkarak, Güneyin Bağnazlarının bunları tıkadığını net olarak ortaya koymak gerekir.
Eşitlik, adalet ve toplumsal varlığı benimsetmek bunun üzerinden ilerletilmeli...
Boş yere, Cumhurbaşkanın Görüşmecilik yetkisini bu bilinen temeli ve dünden gelen bu zemini tartışmaya açmak, kendi kısırlığımızda boğulmak demektir.
Sayın Tahsin Ertoğruloğlu toplumu kendi ideolojik anlayışının girdabında yormamalıdır
KOPUŞ, UÇLAŞMA, BM PARAMETRELERİ..
Crans Montana'da çıkmaz yeniden kendini gösterdi...
Bu çıkmaz; 11 Şubat 2014'te Sayın Eroğlu ile Sayın Anastasiadis arasında imzalanan Ortak Belgenin ilk cümlesindeki halin devamı demektir. Bu ise şudur..
"Bugünkü durum kabul edilemez ve sürdürülemez "
Sürecin çökmesiyle, bu ortak tesbit ortadan kalkmış mı olur?
Ama Crans Montana'dan sonra iki tarafın hakim siyasi eğilimlerinin dile getirdiği görüşlerle uçlaşmaya doğru gelişmeyi öngörmek mümkündür.
Çöküş sonrası Güneyde söylenen siyasi söylemlerin ana vurgusu; Türkiye ile daha fazla hesaplaşma üzerinedir. Amaçta sürdürülemez olarak Ortak Belgede ifade edilen 1964 statükosunu bugünkü kılıfı içinde sürdürmektir,
Kuzeyde ise çöküş sonrası söylenen ana vurgu ise bugünkü durumun ifadesi olan 1974 statükosunu sürmek için BM Parametrelerinin kaldırılıp atılması üzerinedir.
Bir kere, Güneyde gelişen duruma ne Türkiye, nede Kıbrıs Türk Tarafı edilgen kalır.
Kıbrıs'ta BM Parametrelerinin kalkmasına dönük Kuzeyde ve Türkiye'de ifade edilenlere dönük olarak da ne Güney nede Yunanistan pasif durabilir.
Cras Montana'daki çöküşün, adaya bugünden daha gergin bir siyasi atmosferin oluşmasını getireceği çok açıktır...
GÜNEYDEN SÖYLENEN BOŞ...
Montana sonrası Sayın Anastasiadis'in sözcüsü Sayın Nikos Hristodulidis ilk değerlendirmesinde, "kabul edilemez bugünkü durumun Kıbrıs'ın geleceği olamayacağını" ifade ettiğini gördük.
Buna bağlı olarakta, "Crans Montana'da iyi bir sonuç olmadı, ama bunun da yolun sonu olmadığını" söylediğini de okuduk.
Bu yolun sonu değil ifadesinin de telaşla ifade edilmiş boş bir söz olduğu da açık...
Çünkü kopuşla birlikte çıkacak olan tehlikeleri biliyor. Bu yüzden geminin safra atması gibi, üzerlerinde olan sorumlulukları atmaya çalışıyor.
Sayın Hristodulidis bu ilk demecinde ayrıca, "Başkan Anastasiadis adanın birleşmesi hedefinden uzaklaşmadı" da, diyor.
Crans Montana çöküşü sonrası bu "Birleşme" vurgusunu da iki toplumlu, iki bölgeli siyasi eşitlik içinde Federal Kıbrıs'tan söyleminden arındırarak söylüyor.
Yani Sayın Kasulidis; BM Parametrelerinden vaz geçme söyleminin benzerini Birleşmeyi, Federal Kıbrıs vurgusundan arındırarak; söz kalabalığı içinde ifade ediyor.
İNŞALLAH VURGUSU, ÇARESİZLİK...
Crans Montana'nın arkasından Cumhurbaşkanı Sayın Akıncı'da halka verdiği ilk mesajda umutsuzluğu ve çaresizliği ortaya koydu..
Mesajında, kendinden evvelki nesillerin bu sorunu yarattığını, ama kendi neslinin de uğraşmasına karşın, bu sorunu çözemediğini ifade etti.
Arkasından da "bizden sonraki kuşaklar, inşallah çözer" dedi.
Bu ne demek?
Evet, eski nesiller yarattı bu sorunu. Ama unutmayalım ki sorunun çözümü için ortaya çıkan BM Parametrelerinin oluşmasının ilk temelini de atan, bu sorunu yaratan o eski nesiller oldu.
Federal Çözüm temelini 1977 Doruk Antlaşması ile atan Makarios ile Denktaş'tı...
Bu ana temel üzerinden BM Parametrelerinin gelişmesini sağlayanlarda iki toplumun "soruncu" eski nesil siyasi liderleri Denktaş, Kibrianu, Vasiliu, Glafkos Kleridistir.
Daha sonra Talat ,Eroğlu ve Hristofyas ile Papadopulos buna katkı sağladı.
BM Parametrelerine yeni katkıları da Sayın Anastasiadis, Sayın Eroğlu ile 11 Şubat 2014'te imzaladıkları Ortak Belge ile yaptılar..
Yani Sayın Akıncı, sorunu yaratan eski kuşağın, çözümü sağlamak için attığı temellere dayanarak bu süreci götürdü.
Bu yüzden Sayın Anastasiadis ile sürdürdüğü görüşme süreci sonunda başaramadık deyip, " inşallahla" yeni kuşaklara "patlak" top atması yanlıştır.
Çünkü bu yaklaşım, bulduğu mirasın gelecek kuşaklarca bulunamamasına yol açar.
Bu nedenle onun; sorun çözümlenmemiş olsa dahi kendisi, ekibi ve tüm toplumun enerjisi ile gelişen unsurların, geleceğe taşınmasına yöneldikte sorumluluğu vardır.
"İnşallah " vurgusu ile geleceği ümitsiz ve temelsiz bir vakka haline dönürmemelidir.
Evet, Crans Montana'dan bir Çerçeve Antlaşması dahi çıkamadı.
Ama ilk kez gerçekleşen ve 5'li Konferans kadar giden çaba boşa gitmemelidir.
BM PARAMETRELERİ GÖKTEN İNMEDİ ve RAPOR..
Bu yüzden, Sayın Akıncı ve Hükümet, siyasi partiler ve Türkiye bugünün yol açtığı karamsarlıkla, BM Parametrelerini kaldırıp atmayı öne almamalıdır.
Aksine, BM Genel Sekreterini; İyi Niyet Misyonu ile yer aldığı bu süreci, öncelikle objektif bir raporla yansıtmaya davet etmelidirler.
Çünkü objektif bir rapordan korkumuz yok!
Bu objektif rapor üzerinden, BM Parametreleri temelinde Federal Kıbrıs çözümü için uğraştığımızı öncelikle dünya kamuoyuna göstermeliyiz.
Bir kere, BM Parametreleri Gökten İnmedi. Tümünde Kıbrıs Türk Tarafının ve Türkiye'nin çilesi, acısı, emeği, aklı ve hayali var.
Bu yüzden bu parametreleri etkisiz kılmak isteyen Güneyin bağnazları oldu.
Yerine Ne Konacak?
Ayrıca kaldırılıp atılması söylenen BM Parametrelerinin yerine ne koyacağız?
Üstelik, BM Parametrelerinin yerine konacakların onlar kadar değerli olabilmesi için bunların BM, Dünya ve Kıbrıs Rum toplumu tarafından da kabul görmesi gerekir.
Yani ortaya koyacağınız o "yeni" parametrelerin evrensel kabul görmesi lazım..
Yalnız bunun için kaç nesil daha çaba harcamalı, bunun hesabını yaptınız mı?
Bundan sonra bu durum için Kıbrıs Türk Toplumunun takatı yetmez.
Türkiye'nin ise bugünkü dünya konjüktüründe bölgesinde karşı karşıya kaldığı ve kalacağı aşikar olan yeni sorunlar nedeni ile buna ayıracağı enerji de sınırlanacaktır.
Peki Ne Olması Lazım?
Böyle ne at ne deve haline devam mı? Hayır. Bu konuda aceleci tavırlar içine girmeden iyi değerlendirmelerle çıkış yolu arayışını sağlamalıyız.
Ancak ne Sayın Akıncı'nın ifade ettiği gibi işi "gelecek kuşaklara" havale eden yorgunluk ve yılgınlık hallerine...
Nede olmadı deyip, binbir emek, çile ve kahırla oluşmasını sağladığımız BM Parametrelerini kolaylıkla terk etme yoluna girelim.
Baksanıza Güneyin sözcüsü bizde açık olarak ifade edileni gizli olarak söylüyor. Çünkü 1964 statükosu ile BM ve AB'de yer alıyor. BM Parametrelerinin işlevsiz olmasını istiyor. Kalkması ifadesi onun ekmeğine sürülen yağ ve baldır.
Evet, bu aşamada en doğrusu ilk etapta BM Genel Sekreterliğinden bu süreçle ilgili olarak objektif temelde bir rapor yayınlamasını talep etmeliyiz.
Bu Rapor üzerinden uluslararası kamuoyu indinde çaba göstermeliyiz.
Kaldırıp atmak yerine BM Parametrelerine sahip çıkarak Güneyin bağnazlarını bunun üzerinden sorgulamalı ve sorgulattırmalıyız....
DİYALOG GAZETESİ 3 Temmuz 2017 Pazartesi

ZİRVE ve TEK İHTİYAÇ...
Crans Montana'da zirve devam ediyor. İşin çok ciddi olduğu artık açık. Özellikle "Türk" Tarafının bunun karar toplantısı olduğuna dair oldukça net açıklamaları zirveyi sulandırma oyunlarını tüketti. Bu yüzden konu önemle gelişiyor.
BM Genel Sekreterinin katılımı ve Zirveye verdiği motivasyonla tüm konuların paket çerçevesinde ele alınmasının sağlanması çok önemli bir gelişmedir..
Geçen yazımda sıkıntılara karşın, Crans Montana'daki zirveden hiç bir tarafın kaçamaması gerçeğinin yalnız başına Zirvenin önemini gösterdiğini ifade etmiştim.
Dolayısı ile önümüzdeki Pazartesinden itibaren esasa dönük "paketler" eşliğinde çok daha kapsamlı ve oldukça çetin görüşmelerin olacağı artık açık.
Türkiye ve Yunanistan Dışişleri Bakanlarının tüm programlarını Zirve'deki bu duruma göre iptal etmeleri olayın ciddiyetini göstermektedir
Türkiye ve Yunanistan Başbakanlarının zirveye katılmı ihtimali de çıktı. Sayın Özgürgün ne yapacak? O aşamada katılımı çok yavan kaçmayacak mı?
TOPLUMSAL BİRLİK ve SAĞ DUYU
Ancak bu zirvede toplumda, Annan Planı öncesi ve Bürgensctok Zirvesi sırasındaki gibi ciddi kırılmalar yaşanmadığı da bir başka gerçektir.
O zamana benzer karşılıklı öfke ve ciddi kırılmalar yok. Düşünceleri farklı olsa dahi çoğunlukla insanlar zirveyi soğukkanlı izliyorlar.
Bir an evvel çözüm olmasını arzulayanlar ile çözüm konusunda endişeler taşıyanlar farklı görüşlerini dile getiriyor. Evet, sosyal medyada kısmi kötü örnekler var.
Kısacası Annan Planının tartışıldığı dönemdeki gibi toplumu kıran, bölen, birbiri ile çatıştıran atmosfer şimdilik yok. Bu olumlu.
Türkiye'de de bazı olumsuz üzücü açıklamalara karşın, bu konuda şimdilik soğukkanlı atmosfer hakimdir. Bu aşamada, bozulmaması gereken bu temeldir.
Üstelik, Kıbrıs Türk Toplumunun ister çözümü desteklesin, isterse endişeleri olsun siyasi güçlerine ve sivil Toplumuna düşen bir görev daha var.
Türkiye'nin iç siyasetinin bugünkü gergin ortamında, görüşü ne isterse olsun kimse bunu, iç siyaset malzemesi olarak taşımamalı ve buna fırsat vermemelidir.
Aksi, hem kendimiz, hem Türkiye için iyi olmaz.
İsteklerimizi ve endişelerimizi uygun dil ve üslupla tartışmamız gerekir. Çünkü Zirveye göre, eğer Referanduma gideceksek de gidemeyeceksekte farklılıklarımızı karşılıklı saygı içinde ele almaya ihtiyaç var. Bu aşamada ihtiyaç budur.
Çünkü demokratik birliğini koruyup, geliştirecek olan Kıbrıs Türk Toplumu; adada hem kendi, hemde adanın bütününün geleceğinin huzurla dokunmasını sağlayabilir.
Unutmayalım. Annan Planı sırasında doğan toplumsal kırılmaları, Referandum sonrası kısmen gidermek bizi bugüne taşıdı.
Eğer, o günlerde siyasi sorumluluk üstlenenler, Annan Planı öncesi akıla ve vicdana sığmayan,demokratik olmayan siyasi tutum ve davranışlara dönük, Referandum sonrası ellerinde bulunan erk ve halkın verdiği desteğe dayanarak buna kin ve öfke ile yaklaşsalardı, bugünün kısmi dingin ortamına asla sahip olamazdık.
Bunu kıymetini kimse iç siyasi hesaplarla konuşmak istemese dahi, hiç olmazsa bunu değerini içinden herkes bilir.
Ayrıca o gün çok ters gelen pek çok şeyin, günümüzde artık herkesin kabullendiği nokta olması da çok önemlidir. Ben yalnızca o günlerde gündemde olan "serbest dolaşım hakkı" için söylenenleri hatırlıyorum. Korkular ve endişeler, büyük öfkeler içinde dile getiriliyordu.
Ne oldu? Bu gün o korkuları ifade edenler dahi bunun kıymetini her açıdan yaşıyor.
Annan Planına Evet dememizin ve AHİM'in TMK için verdiği kararın, AB Mali Yardım ile Yeşil Hat Tüzüklerinin yol açtığı siyasi ve ekonomik yararları günümüzde o günün sıkı hayırcıları da ifade ediyor.
O günün sıkı evetcileri de yaşananlar sonucunda bugün," yine biz evet dersek de diğerleri hayır der, ne yapacağız?" konusunu da sıkı sıkı düşünüyor. Bunlar dünün o kırılganlıklarının üzerinden yükselen olumlu noktalar değil mi?
Bu yaşanmışlıklar üzerinden, Crans Montana Zirvesi sırasında şimdi olaya akıl yolu ve soğukkanlıkla yaklaşmanın önemi, daha net ortaya çıkıyor..
Cumhurbaşkanı Akıncı'nın ve ekibinin, Türkiye Dışişleri Bakanı ile ekibinin ve KKTC siyasi parti başkanları ile yetkililerinin ve hükümetin buna ihtiyacı var.
Bu yüzden Crans Montana zirvesi sırasında ne "hainlik" edebiyatlarına, ne çözümcülük şampiyonu görünme çabalarına ihtiyaç var.
İhtiyaç olan tek nokta; Dünyanın ve Bölgenin bu karmaşık ortamında, Kıbrıs Türk Toplumu, Kıbrıs Rum Toplumu ve Türkiye ile Yunanistan'ın barışçı geleceği için karşılıklı kabul edilebilir bir uzlaşma için akıl ve ruh dinginliği ile yapıcı ve yaratıcı sentezler üretilmesine katkı koymaktır..
Bu nedenle karşılıklı tahriklere yüz dönelim. Farklılıklarımızı, istek ve endişelerimizi akıl yolu ile gönülden çıkan güzel sözler eşliğinde dile getirelim.
Unutmayın; " dil, gönülün sahilidir".
DİYALOG GAZETESİ 3 Temmuz 2017 Pazartesi

ZİRVE ve TEK İHTİYAÇ...
Crans Montana'da zirve devam ediyor. İşin çok ciddi olduğu artık açık. Özellikle "Türk" Tarafının bunun karar toplantısı olduğuna dair oldukça net açıklamaları zirveyi sulandırma oyunlarını tüketti. Bu yüzden konu önemle gelişiyor.
BM Genel Sekreterinin katılımı ve Zirveye verdiği motivasyonla tüm konuların paket çerçevesinde ele alınmasının sağlanması çok önemli bir gelişmedir..
Geçen yazımda sıkıntılara karşın, Crans Montana'daki zirveden hiç bir tarafın kaçamaması gerçeğinin yalnız başına Zirvenin önemini gösterdiğini ifade etmiştim.
Dolayısı ile önümüzdeki Pazartesinden itibaren esasa dönük "paketler" eşliğinde çok daha kapsamlı ve oldukça çetin görüşmelerin olacağı artık açık.
Türkiye ve Yunanistan Dışişleri Bakanlarının tüm programlarını Zirve'deki bu duruma göre iptal etmeleri olayın ciddiyetini göstermektedir
Türkiye ve Yunanistan Başbakanlarının zirveye katılmı ihtimali de çıktı. Sayın Özgürgün ne yapacak? O aşamada katılımı çok yavan kaçmayacak mı?
TOPLUMSAL BİRLİK ve SAĞ DUYU
Ancak bu zirvede toplumda, Annan Planı öncesi ve Bürgensctok Zirvesi sırasındaki gibi ciddi kırılmalar yaşanmadığı da bir başka gerçektir.
O zamana benzer karşılıklı öfke ve ciddi kırılmalar yok. Düşünceleri farklı olsa dahi çoğunlukla insanlar zirveyi soğukkanlı izliyorlar.
Bir an evvel çözüm olmasını arzulayanlar ile çözüm konusunda endişeler taşıyanlar farklı görüşlerini dile getiriyor. Evet, sosyal medyada kısmi kötü örnekler var.
Kısacası Annan Planının tartışıldığı dönemdeki gibi toplumu kıran, bölen, birbiri ile çatıştıran atmosfer şimdilik yok. Bu olumlu.
Türkiye'de de bazı olumsuz üzücü açıklamalara karşın, bu konuda şimdilik soğukkanlı atmosfer hakimdir. Bu aşamada, bozulmaması gereken bu temeldir.
Üstelik, Kıbrıs Türk Toplumunun ister çözümü desteklesin, isterse endişeleri olsun siyasi güçlerine ve sivil Toplumuna düşen bir görev daha var.
Türkiye'nin iç siyasetinin bugünkü gergin ortamında, görüşü ne isterse olsun kimse bunu, iç siyaset malzemesi olarak taşımamalı ve buna fırsat vermemelidir.
Aksi, hem kendimiz, hem Türkiye için iyi olmaz.
İsteklerimizi ve endişelerimizi uygun dil ve üslupla tartışmamız gerekir. Çünkü Zirveye göre, eğer Referanduma gideceksek de gidemeyeceksekte farklılıklarımızı karşılıklı saygı içinde ele almaya ihtiyaç var. Bu aşamada ihtiyaç budur.
Çünkü demokratik birliğini koruyup, geliştirecek olan Kıbrıs Türk Toplumu; adada hem kendi, hemde adanın bütününün geleceğinin huzurla dokunmasını sağlayabilir.
Unutmayalım. Annan Planı sırasında doğan toplumsal kırılmaları, Referandum sonrası kısmen gidermek bizi bugüne taşıdı.
Eğer, o günlerde siyasi sorumluluk üstlenenler, Annan Planı öncesi akıla ve vicdana sığmayan,demokratik olmayan siyasi tutum ve davranışlara dönük, Referandum sonrası ellerinde bulunan erk ve halkın verdiği desteğe dayanarak buna kin ve öfke ile yaklaşsalardı, bugünün kısmi dingin ortamına asla sahip olamazdık.
Bunu kıymetini kimse iç siyasi hesaplarla konuşmak istemese dahi, hiç olmazsa bunu değerini içinden herkes bilir.
Ayrıca o gün çok ters gelen pek çok şeyin, günümüzde artık herkesin kabullendiği nokta olması da çok önemlidir. Ben yalnızca o günlerde gündemde olan "serbest dolaşım hakkı" için söylenenleri hatırlıyorum. Korkular ve endişeler, büyük öfkeler içinde dile getiriliyordu.
Ne oldu? Bu gün o korkuları ifade edenler dahi bunun kıymetini her açıdan yaşıyor.
Annan Planına Evet dememizin ve AHİM'in TMK için verdiği kararın, AB Mali Yardım ile Yeşil Hat Tüzüklerinin yol açtığı siyasi ve ekonomik yararları günümüzde o günün sıkı hayırcıları da ifade ediyor.
O günün sıkı evetcileri de yaşananlar sonucunda bugün," yine biz evet dersek de diğerleri hayır der, ne yapacağız?" konusunu da sıkı sıkı düşünüyor. Bunlar dünün o kırılganlıklarının üzerinden yükselen olumlu noktalar değil mi?
Bu yaşanmışlıklar üzerinden, Crans Montana Zirvesi sırasında şimdi olaya akıl yolu ve soğukkanlıkla yaklaşmanın önemi, daha net ortaya çıkıyor..
Cumhurbaşkanı Akıncı'nın ve ekibinin, Türkiye Dışişleri Bakanı ile ekibinin ve KKTC siyasi parti başkanları ile yetkililerinin ve hükümetin buna ihtiyacı var.
Bu yüzden Crans Montana zirvesi sırasında ne "hainlik" edebiyatlarına, ne çözümcülük şampiyonu görünme çabalarına ihtiyaç var.
İhtiyaç olan tek nokta; Dünyanın ve Bölgenin bu karmaşık ortamında, Kıbrıs Türk Toplumu, Kıbrıs Rum Toplumu ve Türkiye ile Yunanistan'ın barışçı geleceği için karşılıklı kabul edilebilir bir uzlaşma için akıl ve ruh dinginliği ile yapıcı ve yaratıcı sentezler üretilmesine katkı koymaktır..
Bu nedenle karşılıklı tahriklere yüz dönelim. Farklılıklarımızı, istek ve endişelerimizi akıl yolu ile gönülden çıkan güzel sözler eşliğinde dile getirelim.
Unutmayın; " dil, gönülün sahilidir".