KOORDİNASYON OFİSİ ve ANAYASA MAHKEMESİNDE SAVUNMA TEZİ
Cumhurbaşkanı Sayın Akıncı, Koordinasyon Ofisi ile ilgili Antlaşmayı kapsayan yasayı, görüş almak üzere Anayasa Mahkemesine havale etti.
Basında, Anayasa Mahkemesinde görüşülen bu yasa ile ilgili olarak Savcılık ve Meclis adına görev yapan Avukat'ın, bu yasayı savunan açıklamaları yer aldı.
Bunu savunanların ve Anayasaya uygundur açıklamalarını yapanların ileri sürdükleri tez açık.
Bunlar çok net olarak şu görüşten hareket ediyorlar. "Uluslararası Antlaşmaların Anayasaya aykırılığı savunulamaz". Bu 1985 Anayasası'ndan kaynaklanan bir unsurdur.
Peki, bu Anayasa hükmü bir iktidara; Meclis çoğunluğuna dayalı olarak Anayasaya aykırı uluslararası antlaşma yapma hakkı verebilir mi?
Üstelik, bu, o kadar geniş bir ifade ile dile getirildi ki bundan bir iktidarın Meclis çoğunluğuna dayalı olarak Anayasaya aykırı uluslararası antlaşmalar yapabileceği kapısı da basına yansıyan bu "savunmacı" görüşlerinden çıkabilir.
Üstelik Türkiye ile bu Antlaşma yapıldı.
Bunu yapanlar ve savunanlar, bu Koordinasyon Ofisi antlaşmasını, Anayasanın bu hükmüne dayanarak, KKTC iç hukuku çerçevesinde tartışmasız doğru ve değişmez olarak savunmaktadırlar.
Ama biz Kıbrıs sorun nedeni ile halen mağduriyet yaşayan bir toplumuz.
Bu yüzden şimdi Federal Çözüm için masadayız.
Üstelik 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti tecrübesinden hareketle ısrarla, Kıbrıs Federal çözüm görüşmelerinde, diğer şeyler yanında, özellikle Uluslararası Antlaşmalar konusunda, nüfus bakımından çoğunlukta olan toplumun, buna dayanarak, bizi yok sayacağı uluslararası antlaşma yapmaması içinde önlemler alınmasını istiyor ve öneriyoruz...
Ama iş, Türkiye ile yapılan bir Antlaşmaya, özellikle Koordinasyon Ofisi antlaşmasına gelince de hemen başka bir kulvara geçiyoruz.
KKTC Anayasasına göre Uluslararası antlaşmalar için Anayasaya aykırılık ileri sürülemez diyor! "Savunmacılar"! Bunu da dayandırdıkları temel, KKTC Meclisindeki sayıca çoğunluk kararı...
Yani, Kıbrıslı Rumlarla, Federal çözüm için görüşürken, özellikle Uluslararası Antlaşmalar için sayıca çok olan Toplumun, buna dayanarak, kendine göre Uluslararası Antlaşma yapmaması için çare ve önlem arıyoruz.
Ama kendi iç hukukumuzda, Meclis'te çoğunlukta olanın, kendi oy güçüne dayalı olarak yapacağı ve Meclis'ten geçireceği bir Uluslararası Antlaşmanın da KKTC Anayasası bağlamında, Anayasaya aykırılık iddiasının hedefi olmayacağını ve yapılanında tartışmasız doğru olacağını ileri sürüyoruz.
Hani bu iki tavrın ilkesel bütünlüğü?
Konu, Kıbrıslı Rumlarla ortaklık olunca başka terazi, ama konu, KKTC Meclis'inde oy çokluğu olduğunda ve Türkiye ile yapılan bir Uluslararası Antlaşma oluncada bir başka terazi.
Bu böyle olmaz.
Üstelik eğer bugün, KKTC Savcılığı ve Meclis adına görevli Avukatların basına yansıyan görüşleri makbul ise; o zaman, 1964 Darbesi ile bundan oluşan yapı içinde ve sonrasında, Kıbrıslı Rumların, BM Güvenlik Konseyinin "Zorunluluk Doktirini" çerçevesinde, Makarios'u meşru hükümet olarak gören o meşhur kararına dayanarak; Kıbrıs Cumhuriyeti Temsilciler Meclisinde, Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasasına aykırı olarak aldıkları ve Kıbrıs Cumhuriyetinin İki Toplumlu karakterini yok sayan kararlarına itiraz kalkacak mı? Yoksa onlarda geçerli mi olacak?
Kısacası, sırf siyasi bir adım için, Hamaset adına atılan bu öngörüsüz adımlarla, pek çok ilkesel durumları yıktığımız çok açıktır.
1985 Anayasasının hükümünün, Koordinasyon Ofisi Dayatması bağlamında, böyle yorumlanması, bence, Kıbrıs sorununda, dünkü haksızlıklara ve tek taraflı dayatmalara karşı mücadele eden ve günümüzde de siyasi eşitlik içinde, gelecekte bu tecrübeler ışığında, uluslararası antlaşmalar bağlamında, siyasi eşitlik temelinde bunu sarsmayacak düzenlemeler arayan Kıbrıs Türk Toplumunun gelecek arayışına da zarardır.
Bu tartışma, Koordinasyon Ofisi'ni savunan Avukatların basına yansıyan görüşleri temelinde, bir noktaya giderse; bu yarın, Kıbrıs sorununun çözüm bağlamında kendi elimizle attığımız, ama kontrol edemeyeceğimiz bir bumerang olarak dönüp bizi vuracaktır.
Milliyetçi Hamasetle, ifrata varmanın bir başka örneği, işte bu Koordinasyon Ofisi meselesinin iyi düşünülmeden sağlanmasıdır.
Bu bizi, hem dün, hemde yarın açısından zora sokacak bir durumdur. O kadar dar bakılıyor ki bu meselede söylenen ve savunulan bu temeller , gerçekte, dün bize haksızlık yapan Kıbrıs Rum egemenlerinin tavrını onaylıyor, hemde yarınımızı sıkıntıya sokacak olan anlayışları besliyor .
Yani, bu ilkesiz tavır, dün uğradığımız haksızlık karşısında bizi haksızlık yapana dönük zayıflatıyor, ayni zamanda da gelecekte, hemde iç hukukumuz örneği ile ortaklık kurmak istediğimize, "sen, gelecekte bizi yine buradan vur" diye de yol gösterici olma özelliğine sahip oluyor.
BAŞBAKANIN SEÇİME ÇAĞRI MESAJI.....
Uzun Bayram tatili nedeni ile Başbakan Sayın Hüseyin Özgürgün'ün Bayramdan önce partililerine dönük yaptığı bir konuşma, kamuoyumuzda gereği ile değerlendirilmedi.
Başbakan Sayın Özgürgün, partililerine dönük verdiği İftar yemeğinde, önemli siyasi mesajlar verdi.
Sayın Özgürgün, "Hükümet olarak devlete ait yükümlülükleri yerine getirdik. Bu biraz beceri ve Türkiye ile iyi ilişki gerektirir. Şimdi Meclis yaz tatilindedir. Ekim başında açılacak. Sonra Bütçe görüşmeleri başlayacak. Bu da Aralık sonuna kadar gider.
Arkasından 2017'de UBP' liler Seçime hazırlanmalıdır." dedi.
Evet, Sayın Özgürgün bunları söyledi. Kısacası seçim için kendine göre start verdi. Eğer Başbakan'ın ağzından, 2018'de olması gereken seçim için, 2017 başı açıklanıyorsa, artık o ülkede seçim atmosferi başlamış olur.
Yani, Sayın Özgürgün, kendi partililerini düşündüğü baskın seçime hazırlamak için kendi ağzı ile Hükümetini "topal ördek" haline döndürmüş oldu.
Bu olayın bir yanı, diğer yanı ise çok daha nettir.
UBP HAVLU ATTI.
UBP- DP Hükümeti; "piyasaya 700 milyon TL akıttık"derken, ödediği bu devlet mükellefiyetlerinin büyük çoğunluğunun 2015'ten kaynaklanan mükellefiyetler olduğunu çok iyi bilmektedir.
Daha 2016'dan kaynaklanan devlet ödemeleri yapılamamıştır.
Nitekim üreticiler için 2016 Doğrudan Gelir desteği, ağır kuraklığın tazminatları daha gündemde yoktur.
Bunun içinde kaynak sorunu çekildiğini, Tarım Bakanı kendisi açıklamıştır. Müteahhitler doğan alacaklarını alamadıkları için daha Bayram Arifesinde eylem mesajı vermişti.
Hatta devletin mükellefiyetlerini ödeme kabiliyeti olmadığını bildiklerinden, Kamu Bankalarının ödemeler için aracı olmasını da talep ettiler.
Şimdi iç borçlanma ve Türkiye'den aktarılan kısmı kaynaklarla, 2015'ın bazı geçikmiş devlet mükellefiyetlerini ödeme ile birlikte konuya, "devletin kaynak sıkıntısı var diyemeyiz, biraz beceri ile bu işler yerine gelir" diyerek, bunları övünme meselesi yapan Sayın Özgürgün, bu işin çok büyük sıkıntı içinde olduğunu çok iyi bilmektedir.
Türkiye'den daha kaynak aktarımı tam anlamı ile yapılamamıştır.
Nedeni de açıktır. Çünkü Türkiye ile imzaladığı Protokol vardır. Bu Protokol kaynak aktarımı için Hükümete yerine getirmesi gereken yasal mükellefiyetler getirmektedir.
Hükümet olmak için Darbe'ye alet olan ve "noktası virgülü değişmeden bu Protokol imzalanmalıdır" mantığı ile söz konusu Protokolu, içeriğini dahi tartışmadan imzalayan Sayın Özgürgün ve Sayın Denktaş, şimdi kaynak için söz konusu Protokolun Mükellefiyetlerini yerine getirmekle yüz yüzedir.
Ancak bunu yapamayacakları açıktır. Bundan ötürü şimdiden Meclis Tatili, Bütçe ve arkasından da seçim diyerek havlu attıklarını ilan etmektedirler.
KAÇIŞ İÇİN YOL ARAYIŞLARI
Bu düzenlemeler içinde atacağı her adımın, toplumda yeni ve gergin tartışmalara yol açacağını bilmektedir.
Çünkü, neyin, ne şekilde ve nasıl değiştirileceği ile ilgili ne kendileri bir hazırlık yaptı, nede bunu toplumla paylaştı.
Ayrıca bu adımları böylesi parçalı bulutlu ve yamalı bohça gibi bir Meclis çoğunluğuna dayalı bu hükümetle yerine getirmesi de beklenemez.
Herşeyden evvel son Koordinasyon Ofisi tartışmalarında da görüldüğü gibi, ne Sayın Özgürgün, nede Sayın Denktaş, bu Antlaşmayı açıktan ve ilkesel olarak savunamamıştır.
Aksine, Tepkileri yatıştırmak için yeni bir protokol ile sıkıntıları aşma düzenlemesi yapacakları yalan sözünü dahi vermek zorunda kalmışlardır.
Şimdi söz konusu Protokol, belli bazı değişiklikler için zaman takvimi koymaktadır.
Bunları mı savunacaklar? Bu değişiklerle ilgili olarak kim Sayın Başbakan ve Yadımcısınından, şunu şu şeklide değiştirmek istiyoruz diyen bir açıklama duydu.
2016'da ÖNEMLİ DEĞİŞİM HEDEFLERi.......
Örneğin İmazalanan Protokol, 28 olan Belediye sayısını düşürmek için, Belediyeler Değişiklik Yasasının Aralık 2016 tarihine kadar Meclisten yasallaşmasını öngörmektedir. Bunu son tarih olarak vermektedir.
Kim Başbakan'dan, İçişleri Bakanından, ya da Başbakan Yardımcısından bununla ilgili tek kelam duydu?
Şöyle bir düzenleme ile Belediyelerin sayısını azaltmayı düşünüyoruz, bunun için tartışalım diyen bir konuşma duyan oldu mu?
İmzalanan Protokol Belediyelerin sayısını düşürmeyi hedefleyen yasayı, 2016 Aralığına kadar çıkartmayı ve 2018'deki Yerel Yönetim Seçimlerinin de bunun üzerinden olmasını öngörmektedir.
Hal böyle iken, bu Hükümette buna dair bir çalışma var mı? Yok...
Bu Hükümet bunu yapabilir mi?
Yapabilmesi için daha şimdiden bu konuda bir taslağı sonuçlandırması ve kamuoyu ile paylaşması gerekirdi. En azından Başbakan ve Yardımcısınının kamuoyuna mesaj vermesi gerekirdi.
Ama aksine, Başbakan'ın Iftar yemeğinde söyledikleri var.
"Meclis Ekim'e kadar kapalı, Ekim'den sonra da Bütçe çalışmaları var, bu yüzden 2017'de seçim."
Yalnız bunlar mı?
Ekim 2016'ya kadar Yeni Kamu Görevlileri yasası çıkartılacaktır, diyor imzalanan Protokol.
Ayrıca,Ekim 2016'ya kadar da Kamuda Çalışma Saatlerin düzenlenmesi ile ilgili Bakanlar Kurulu Kararı çıkartılacaktır, diyor....
Allah aşkına Ekim 2016'ya kadar Yeni Kamu Görevlileri yasasını tatildeki Meclisten çıkartmak mümkün mü?
Burada ilginç bir nokta vardır. Bu da Meclis kararı istemeyen Çalışma saatleri ile ilgilidir. Bu Bakanlar Kurulu Kararı ister.
İşte işin püf noktası budur.
UBP, Popülizimle 2009 seçimlerini kazandıktan sonra, verdiği sözlerin hiç birini yapamamanın acizliğinde, 2010'da Kamuda Çalışma Saaatlerini düzenleyen bu kanunu çıkartmıştı.
O dönem biz buna Meclis'te karşı çıkmış ,eleştirmiş ve çok tartışmıştık.
Bu, Tek Mesai adı verilen ve saat üç buçuğa kadar kamuda yaz kış çalışmayı düzenleyen çalışma saatleri meselesidir.
İşe bakın, o atasözünde olduğu gibi şimdi, "eşeği öldürene sürükletiyorlar". Bu popülizimi UBP yapmıştı. Şimdi ona, Ekim 2016'ya kadar bunu, Bakanlar Kurulu Kararı ile değiştir diyorlar.
Hadi UBP ve DP'yi görelim?
Bunun gibi daha pek çok mükellefiyet var. Ağustos 2016'da yürülüğe girmesi gereken yasalar da var.
Bu nedenle Başbakan Hüseyin Özgürgün, bunların yerine gelemeyeceğini çok iyi bilmektedir.
Ama Türkiye'den de kaynak alıp beslenmek istemektedir..
Bunun için gözünü kırpmadan Darbeye yeşil ışık yakmış ve bu Protokolu da imzalamıştır. Şimdi ise yan çizmeye başladı.
Bunun için şimdi Türkiye'den kaynak alabilmek için başladı mazaret üretmeye. Meclis kapalıdır. Ekim'den sonra Bütçe var.
Hepsinden kurtulmanın yolu da Seçim.
Bunun için." ey Türkiye önüne ardına bakmadan ver parayı, vaktiken seçime gidelim ve paçayı kurtaralım, ondan sonra UBP'den ne dilersen dile!."Evet, açık durum budur.
Bu arada, Koordinasyon Ofisi tartışmalarında da görüldüğü gibi en küçük bir eleştiriyi dahi Türkiye karşıtlığı ile tanımlayarak, kaynağı garantiye almak için de yağcılık yapmaktan da geri kalmıyor.
Ama ayni zamanda bunun fazla gitmeyeceğini bildiğinden de seçim olgusuna hazırlık içinde partililerine sesleniyor.
Evet, CTP-UBP Hükümeti Darbe ile götürüldü. Ama iş başına gelen Darbeciler, bu işi götüremeyeceklerini biliyor. Söylediklerinin tersine bu işi yapabilecek beceri ve temelleri de yok.
Bu yüzden o tek bildikleri Evliyaya çağırıyorlar. Popülizim ve Türkiye sevgisini istismara. Yani Seçime girmekten başka çareleri yok. Bunun içinde para ve Türkiye Hamaseti gerekiyor.
Ne acıdır ki Darbe ile Kıbrıs Türk Toplumuna ekonomik ve toplumsal düzenlemeler bakımından 2016'yı kaybettirdiler. Şimdi bu çıkarcı mantıkla 2017'yi de kaybettirecekler.
Bunlar, Türkiye ile imzalanan Koordinasyon Ofisi Antlaşmasını, Meclis'ten binbir oyunla geçirmelerini, Devlet anlayışı ile izah ediyorlardı.
"Bunu Devletler imzaladı, devletler arası anlayışa göre bu Antlaşma Onaylanmalı, devlet olmanın gereği budur" diyorlardı.
Tamam madem öyle idi, "Meclis tatilde" mazeretine de yatmayın. Varsa hazırlığınız sevk edin Meclise ve Eylül başı çağırın Meclis'i Olağanüstü Toplantıya.
Kamu Görevlileri Yasası, Belediyeler Yasası için. Bu önemli konular, Bütçe işi içinde harcanmasın. Madem devletlerarası antlaşmalara sadıksınız! Hade buyurun.
Evet, artık açık.
UBP, Seçim için düğmeye bastı. İmzayı attı. Paraları alıp savurganlıkla Seçim işine girmeye çalışıyor.
Bu gelişmeler Türkiye içinde bir sınavıdır. Şimdi bir kez daha göreceğiz. İmzaları ile kaynak transferi için öngördükleri düzenlemeleri mi teşvik edecekler? Yoksa çoğu zaman olduğu gibi duruma göre siyasi siyasi sonuç elde etmek için Hükümetlerin bileşimine göre göz mü kapayacaklar?
Eğer UBP'ye yol açmak için atılan adımlarsa bunlar, bu topraklarda ve bu toplumun içinde bir kez daha Türkiye'nin konumunu tartışma içine sokacaklardır. Kendi inandırıcılıklarını bir kez daha sarsacaklardır....
Eğer bunlar olursa bilinki bu, Toplumun yarınınını ve Türkiye ile ilişkileri daha da kötüye götürmek gelişecektir.
Çünkü, bu kez de seçimle iş başına kim isterse gelsin, Türkiye ile ilşkileri sağlıklı olamayacağı gibi, aksine, bu Türkiye'yi daha da müdahaleci kılacaktır.
Çünkü yarın kim kazanırsa kazansın, bu kezde Türkiye, "İmza attınız, yerine getirin, kaynak ona göre. Siz yapamıyorsunuz o zaman biz önereceğiz siz yerine getireceksiniz " diyen daha müdahaleci bir konum içine girecek.
Böylece Toplum kendine ve Türkiye'ye daha da yabancılaşacak....
Evet, Başbakan Sayın Hüseyin Özgürgün İftar Yemeğinde imzaladığı Protokolun hükümlerini yerine getiremeyeceği mesajı ile birlikte Seçim startı verdi. Konu bu kadar açık..