UBP- DP HÜKÜMETİNİ DEĞERLENDİRMEK...
İş başında bulunan Meclis'te kıl üstünde çoğunluğa sahip, "yamalı bohça" UBP-DP hükümeti, göreve gelir gelmez, boyutunun ötesinde işler yapmaya soyundu.
Örneğin yayınladığı genelge ile gösteri ve yürüyüş hakkını Anayasa'ya rağmen izne tabi tutma eğilimini ifade etti.
Darbeci ve dayatmacı bir anlayışla DAÜ Yasasını Özel Komiteden geri çekti ve İdari Sosyal İşler Komitesine havale edeceğini açıkladı.
İki toplum arasında meydana gelen olumlu gelişmeleri ilerletmek için başlatılan Dinler Arası diyaloğu dinamitlercesine, Ayin yasağı getirdi.
Bu arada bu hükümetin bakanları son derece popülist davranışlar eşliğinde buyurgan davranışlar sergilemeye başladılar.
Üst kademe yöneticileri atamalarında müşavir yaratma pervasızlığını da açıkça savunarak atama yapmaya hızla devam ediyorlar.
Siyasi alanda, iki sağ partinin hükümet olduktan sonra, dün ifade ettikleri hoşgörü ve ortak payda yakalama söylemleri yerine, kendi dar anlayışlarına yol açma amacında oldukları bu yapılanlardan bellidir.
UBP-DP Hükümet ortaklığı bakın göreceksiniz, 2003'ten sonra meydana gelen ve CTP'nin gerek 2004-2009, gerekse 2013-2016 arasında gelişmesine, halkımızın desteği ile katkı sağladığı pek çok demokratik değerin geri alınması için elinden geleni ardına koymayacaktır...
DÜN YAPAMADIKLARINI....
Kısacası bunlar, 1993'ten sonra kırılan, ancak, 1998-2003 arasında yine geliştirdikleri karanlık dönemin özlemi ile yanmaktadırlar.
Bu adımları atmaya 2009 seçimleri sonrası da niyetli idiler. Ancak 2009 sonrası iki neden bunu olanaklı kılmadı.
Biri, 2009 seçim sonucu ne isterse olsun, o dönemde toplumsal muhalefetin güçlü ve etkili olması idi.
CTP, o dönemde seçim başarısızlığına karşın güçlü ve etkili idi.
Toplumsal muhalefetin CTP karşıtlığı ile malül çevreleri dahi, CTP'nin etkili diyalog ve toplumsal olaylara dönük kararlı tavrı nedeni ile ortak davranışı ret edecek durumda değildi..
Nitekim, 2010 da gerçekleşen iki büyük halk hareketinden önce hatırlardadır; CTP, hemde tek başına.
Cumhurbaşkanlığı seçim başarısızlığından sonra UBP Hükümetinin anti-demokratik niyetlerine, emekçileri ve en geniş halk kitlelerini ezme adımlarına karşı büyük kitlesel bir eylem yapmıştı.
O güne kadar cılız bir şekilde süren eylemlere karşın, "Artık Yeter" belgisi ile yapılan bu eylem, son derece etkili olmuştu.
Bu adım, en geniş kitleler üzerine örtülmeye çalışılan "miskinlik " örtüsünün yırtılıp atılmasını sağlamıştı.
Bu hareket, o dönem itibarı ile tüm toplumsal muhalefeti tetikledi.
Arkasından dev gibi kitle hareketleri oldu. Ama daha sonra bunlar yönetilmedi. Düşünün ilk büyük mitingden sonra dönemin UBP Hükümeti, Başbakanı İrsen Küçük başkanlığında toplandı.
Bu toplantıdan sonra, Bakanlar Kurulu; "Hükümetlerinin paketle ilgili olarak halkımızı üzecek olumsuz işler yapmayacağı "açıklamasını yapmak zorunda kalmıştı.
Ama daha sonra bu gelişme, muhalefet tarafından değerlendirilemedi ve doğru okunmadı, bu yüzden süreç yönetilemedi....
Muhalefet güçleri arasında, " Yürüyüp miting yapıp da ne yapacağız" anlayışı ile küçük burjuva hemen sonuç almayı bekleyen anlayışlar dürtüldü.
Demokratik, yaygın tüm adayı ve halkı bünyesine alacak eylemler zinciri yerine, "Meclis işgali" gibi absürt davranışlar öne alındı.
Bunlar bu yaklaşım ile CTP'yi güya kitlelerden koparacaklar ve onu korkak ve rejimle işbirliği içinde göstereceklerdi.
CTP bu anlayışı eleştirdi.
Bunun kitleleri devlet güçleri ile gereksiz çatışmaya sürükleyeceği ve kitleselleşmeyi daraltacağı. Böylece egemen güçlere sıkıştıkları noktadan çıkış alanları açan ortamlara yol açacağı uyarısında bulunuyordu....
Ancak bunlar, CTP'ye de eylem alanlarında saldırarak bu yolu gündemde tuttular. Sonuç kitle eylemlerinin umutsuzca daralmasını getirdi.
Bu tavırlar, kitleselleşen toplumsal muhalefetin hem kısır bölünmeler içine girmesine, hemde en geniş halk kesimlerinin kendini mücadele alanından geri çekmesini getirdi
Bütün bunlara karşın bu hareketler 2009 sonrası UBP'yi niyetinden caydırırken, ayni zamanda bu hareketler, UBP tabanında da 2002-2004 benzeri ayrışmaya getirmişti. UBP tek başına hükümeti döneminde bu toplumsal yaygın demokratik mücadele nedeni ile arzu etmesine rağmen 2004 öncesine dönemedi.
Gösteri ve Yürüyüş Hakkını kısma, sendikal hak ve özgürlükleri daraltma, toplu sözleşme ve grev hakkını kısıtlamaya dönük yasa çalışmaları yapmayı başlatacakları açıklamalarına rağmen.
Ayrıca Tek Başına UBP Hükümeti ve Cumhurbaşkanı görevi alan Dr Derviş Eroğlu, iki toplum arasında gelişen yumuşak ilişkileri yeniden kısıtlama ve Talat- Hristofyas arasında sağlanan yakınlaşmaları ret edecekleri açıklamalarına ve bugün yaptıkları gibi Ayin yasakları ile işi bozmak niyetlerine rağmen, bu canlı toplumsal muhalefet ortamı, onlara, bu adımları atma imkanı vermedi.
Bunun yanısıra bu etkilerle birlikte bir başka olgu daha gelişti.
Bu gelişme de onları bu adımları atma noktasından caydırdı.
Bu yeni gelişmede, o dönemde sağ blokun içinde oluşan çatlama idi.
UBP tek başına Hükümette idi, ama diğer sağ parti DP muhalefette idi.
DP, özellikle CTP'nin izlediği açılım politikalarının da etkisi ile 2010'daki o büyük halk eylemlerinin içinde, sivil toplum örgütleri, sendikalar ve sol partilerle birlikte yer almıştı.
İsmi, Bayrağı ve varlığı ile.
Dolayısı ile sağ bir blok halinde demokratik açılımların üzerine yürüyemiyordu.
Bundan ayrı olarak bu alanda meydana gelen bir başka gelişme de bu bloku negatif etkilemişti.
Bu gelişmede dönemin Cumhurbaşkanı Dr Eroğlu ile UBP Parti liderliğinin çatışması ve yaşadıkları iç kaostu.
Bütün bu gelişmeler ve en geniş halk kitlelerinde oluşan demokratik tepki üzerine bu gerici düzenlemeleri elleyemediler.
AMA BUGÜN...
Şimdi ise durum farklıdır.
Özellikle Türkiye'de terörün yol açtığı çok milliyetçi bir atmosfer var....
Ayrıca ne isterse olsun, çeşitli nedenlerle solda ve özellikle CTP'de oluşan bir dağınıklık var
Bu alanda ister CTP içinde oluşan dağınıklık, isterse bundan yararlanıp, en genelde siyaset dünyamıza ve özel olarakta solun düşün dünyasına taşınan bir belirsizlik hali var.
Fırsatcı bir anlayışla, güya CTP' nin yerini alacak, ya da onu zayıflatıp, kendine dönük alan açacak hayali peşinde solda veya merkez siyasi harekette başlatılan sözde yeni siyasi gelişmeler var.
Bunlar, CTP'nin Hükümet döneminde, sağ hareketlerle birlikte; önüne ardına bakmadan bu niyetlerine yol açmak için yaptıkları öngörüsüz muhalefetle, en geniş kitlelerde egemenlerin, siyasi ve demokratik mücadeleye dönük yaratmak istediği demoralizasyonun değirmenine su taşıdılar.
Bunların CTP'yi sözde yaralayacaklar diye yaptıkları, "hepsi aynıdır" propagandası, kendilerinin de içinde olduğu tüm demokratik hareketlerin altını oydu.
Hırsın ve siyasi kinin gözlerini bağladığı bu kesimlerin yaptıkları da, bugün oluşan bu durgunluğa katkı sağladı.
Bunların toplamının mücadele ile değişme dönük geçici bir inanç erozyonuna yol açtığı bir gerçektir.
Ayrıca solda ve ayni zamanda CTP'de oluşan, ekonomik yapısal sorunları hangi yolla aşacağız bakışında oluşan boşlukta buna katkı sağladı.
Dolayısı ile söylemde ve ifadelerde, özü farklı olsa bile, CTP'nin de diğer sağ kesimlerle ayni şeyi savunduğu algısı gelişti.
Bütün bunlar, 1999 sonrasından farklı bir ortamın oluşmasına yol açtı.
Şimdi, bu gelişmeler nedeni ile UBP- DP hükümeti; "sokaklarında taşların bağlandığı" bir ortamın geliştiği anlayışı ile pervasızca davranmaya başladı.
Ayrıca, varlıklarının devamının ise tartışmasız bir şekilde Türkiye'den aktarılan kaynaklarla olabileceği bilinci içinde, her şeye "evet" diyen bir yaklaşım içine girdiler.
Kuşkusuz bunda ekonomik krizin yıkıcı etkisi altında bunalan, en geniş kitlelerin de can havli ile gelişen beklentisi de yardımcı olmaktadır.
Bu ise, bir an evvel Türkiye'den kaynak gelsin ve derdimize katkı sağlansın anlayışıdır.
Bu anlayışa karşı olan alternatif yaklaşım ise özellikle solda ve CTP'de oluşan düşünsel boşluk nedeni ile gerçekçi ve akıl dolu bir içerikle kitlelere anlatılamıyor.
Bu boşluk ise "hepsi aynidir" algısını besliyor.
Bu ortam da günümüz koşullarında UBP- DP Hükümetine ve bunun oluşumuna sağlayan egemen güçlere, uygun koşullar sağlıyor.
Dolayısı ile özellikle SU konusunda yaşadığımız ve toplumun belli bir kesiminde yer eden, "gelsinde, içeriği ve fiyatı ne isterse olsun" yaklaşımı, hayatın her alanını etkileyecek olan ekonomik protokol olgusunda da gelişti.
" İmzalansın, para gelsinde ne isterse olsun" yaklaşımı da his edilen değil, inkar edilmez bir unsur oldu.
İşte bu ortam, UBP- DP azınlık hükümetini pervasızlaştırdı...
KIBRIS SORUNU
Bütün bu olumsuz gelişmelere karşın UBP- DP Hükümeti, özünde varolan Federal Çözüm karşıtlığına karşın, Kıbrıs sorunu çözüm süreci konusunda sessiz durmaktadır.
Bunda esas olan ise Türkiye'nin halen süreçle ilgili tavrının olumlu olmasıdır.
Çünkü UBP ve DP; 2002- 2004 sürecinde, askerden aldıkları destekle, AK Partinin Kıbrıs çözüm süreci konusunda takip ettiği siyasete dönük sert bir şekilde karşıt olmuşlardı.
Ancak yaşanan tüm süreçlerden sonra, özellikle Sayın Erdoğan'ın güçlü konumu nedeni ile bu artık sürdüremezdir.....
Sürdürmeyi bir yere bırakın, şimdi bunlar, AK Parti ve Sayın Eroğan'la erklerini korumak için inançlarına ters, samimi olmayan bir bağlılık içine girdiler.
Ama bu sesizlik yanıltıcıdır.
İlk fırsatta bundan çark edecekleri hatta Federal Çözüm sürecini zorlamak içinde, iki toplum arasında çatışmaya dönük fırsatlar yaratmaya da çalışmaktadırlar.
Bunun işareti, Ayin Yasakları kararında vardır.
Sendikacıların ortak eylemlerini Polis baskısı, sonrada genelge yayını ile baskıcı tarzda engellemeye çalışmaları bunun bir başka göstergesidir....
İşte bu nedenle demokratik güçler olarak bu azınlık hükümetini hafife almamalıyız... Bunu yıkıcı etkisini ortadan kaldırmanın yolu, en başta CTP'nin siyasi ve demokratik birliğini ilerletmekten geçer.
Bu bakımdan Kurultay süreci çok önemlidir. Bu süreci sağlıklı olarak değerlendirmek ve idelojik, politik ve örgütsel birliği geliştirmek esastır. Aksi ülkeyi ve halkı çok zor durumlara sürükler.
Duvar