tr

Türkiyeli Şirketlerle Anastasidis'in Görüşmesi Ferdi S. Soyer ...


Dünü yargılar ve günümüzü yorumlayıp, yarına daha gelişmiş olarak varmayı değerlendirirken, farklı siyasi ve düşünsel eğilimlerin bir klasik ifadesi var.
" Dünya Globalleşti, Ekonomi Küreselleşti".
Özellikle bu ifadeleri, kamu kaynakları ile kamusal alanları, daraltmak, bunları özelleştirme yağmasına açmak, sosyal devlet uygulamalarını ortadan kaldırıp, kaynakları büyük şirketlerin ihtiyaçlarına göre düzenlemeye çalışan neo - liberal politikaların savunucularının bu siyasetlerine yol açmak için çok kullandığını biliyoruz.
Dünyanın globalleştiği, ekonominin küreselleştiği sözlerini her alanda dile getirenler dünü, yani ulus devlet temelinde oluşan ekonomik yapıyı da acımasızca yargılarlar..
Ama bu yargılamayı ekonomik, demokratik düzenlemeleri gerilemek için yapanlar, iş; ayni dönem içinde, ulus devlet anlayışı ve soğuk savaş yaklaşımı ile oluşan politikalarının yol açtığı Ayrılıkcı veya Hakimiyetçi milliyetçi siyasetlerin neden olduğu çatışmaları değerlendirmeye geldiğinde, bu eski çatışmaları sorgulama ,yargılama yerine, çatışma noktalarında, dünün milliyetçi önyargılarda oluşanları savunmaktadırlar.
Küreselleşme söyleminin "yeniliği", onların mantığında bu çatışma noktalarda yok olmaktadır.

Türkiyeli Şirketler ve Anastasiadis
Türkiyeli şirketlerle, "Kıbrıs Cumhuriyeti Başkanı" Sayın Anastasiadis'in, Doğu Akdeniz'deki gaz rezervlerinin nakli ile ilgili olarak gaz boru hattı için görüştükleri açıklandı.
Bu büyük bir siyasi tartışmaya yol açtı. "Vay ki ne vay" sözleri ortalığı sardı.
Eğer, dünya globalleşmiş ve ekonomi küreselleşmiş söylemine dayalı sözlerde samimi olsalar, normalde bu görüşme, öyle hayret nidaları ile karşılanmazdı....
Ama bu öyle değil.
Kendi halklarına dönük dar ekonomik çıkarlar için kamusal alanları daraltma, kamu kaynaklarını büyük şirketlere ağırlıkla sunma ve sosyal devleti de yok etmeyi "yenilik" adına isteyenler, ayni anda, dünün, ulus devlet politikaları ile oluşan milliyetçi çatışma noktalarında dün oluşturdukları halklar arası düşmanlıkların devamına da çalışmaktadırlar.
Bu yüzden, ulusal devlet siyasetlerinin dorukta olduğu dönemden miras kalan bu tarihi çatışma noktalarında, küreselleşme söyleminin tersine, ulusal temelli çatışma siyasetlerinin kendini yeniden üretmesi gayreti hayişkar bir şekilde sürdürülmeye çalışılır..
Evet, Kıbrıs gibi bir adada, milliyetçi çatışma temelinde bu adanın ekonomisinin bölünmesi zaten akıl dışı bir olaydır.
Ama bu gerçeğe karşın, Küreselleşme edebiyatının Elen dilinde en büyük savunucuları, ısrarla, 20. Yüzyılın çatışma mantığı ve dili ile Türkçe konuşan adanın Kuzey sakinlerine ambargo ve ekonomik dışlama uygulanması yapmayı, en önemli "ulusal " siyaset olarak takip etmekten de çekinmiyor.
Ayni adanın Türkçe konuşan Kuzeydeki sakinleri de Küresellleşme konusunda ayni ahkamı keserken, ekonomik anlayışta Kuzeyde, 20.Yüzyıldan kalma, "Türk'ten Türk'e " politikasının içten içe destekçisi olmayı hedefliyorlar.
Bu öyle bir şey ki 1974'ten sonra Güney; Kuzey ile ekonomik ilişkiyi ret ederken ayni dönemde Kuzeyde, Güney ile ekonomik ilişkiyi yasakladı.
Yani siyaseten savundukları hakimiyetci ve ayrılıkçı siyasetleri ilerletmek için küreselleşme söylemine karşın, adanın ekonomisini bölmek konusunda hiç bir tereddütleri olmadı.
Her iki kesimde, bu siyasetlerini, adada oluşturdukları sınırlarda, " kuş uçamaz ve geçemez" böbürlenmesi ile övündükleri sınırlarda, yarattıkları güvenlik duvarları ile sağlamayı amaçladı.
Bunu da katı bir yasakcılık ile sürdürmeye çalıştılar.
Ancak bu övünülen "uluscu güvenlikli" sınır böbürlenmelerine karşın, 1974'ten 2003 sınır kapılarından insanların geçişlerinin kısmi açılışına kadar geçen sürede, iki taraf arasında "kuş uçamaz ve geçmez" övünmesi ile düzenlenen sınırdan, milyarlarca dolarlık ticaret, kaçak yollardan iki taraf arasında yapıldı ve gerçekleşti.
Bu yasakçı ve bölücü siyaset uygulanırken Güneyde, Türkiye ve Kuzey ile ticaret yapmak günah merkezleri ile yapılan bir ayıp ve günah iş gibi gösterildi.
Ama kaçak yollardan Kuzeye mal satmak da önemli bir kazanç kapısı oldu. Kilisenin içki fabrikalarından dahi milyonlarca dolarlık içki Kuzeye satıldı.
Bu arada , global gelişme ile Güneydeki limanlardan resmi olarak Güneye milyonlarca dolarlık mal ithalatı da Türkiye'den yapıldı.
Kuzeyden 2003 sonrası açılan sınır kapılarından geçen Kıbrıslı Türklerde, Güneyde satılan Türk Malı ürünleri, "vay be" diyerek gördü.
Ayni dönemde Güney ile her tür ilişkiyi "hainlik "olarak gören Kuzeydeki yönetim altında da Güneyden yapılan kaçakçılıktan servetlerin belli kesimlerin kazanması maharetten sayıldı.
Güneye de kaçak yollardan mal satmakta "meşru" oldu.
Ama çantasında ya da evinde bir şişe içki bulunan insanlarda mahkemelerde yargılandı ve ceza aldı.
Türkiye ile Güney arasında gelişen bu ticari ilişkiyi, Kuzeyde, ayrı ekonomik yapıyı ve Türkiye ile ekonomik entegrasyonu tek çıkar yol olarak gören Kuzeyin iş kesimleri ile sağ siyasetçileri buna gizlenmiş bir öfke duydu ve milliyetçi bir refleksle bunu karşıladı.
Üstelik bu akıl dışılık, bir başka açıdan da devam ediyor. Ettirenler bundan utanmıyor bile. Nasıl mı?
Türkçe ve Elence, globalleşme ile küreselleşme söylemlerinin alıp başını gittiği bu dönemde; Kuzeyin, Güneyin ve Türkiye'nin deniz ve hava alanlarının hala birbirine dönük yasak olması garabeti ile bu anlayış, halen devam ediyor.
Ama turist gemileri, Criuslar, örtülü ayak oyunları ile de birbirine insan taşımayı da gizlice sürdürmeye çalışıyor.Üstelik İstanbul ve Atina'ya Kıbrıslı Rumlar ve Türklerde gidip geliyor.
O denli akıl dışı bir ilişki ki bu Kıbrıslıların Londra, Paris ve diğer yerlerde yaptıkları harcamalar değil de Kıbrıslı Rumların İstanbul ve Kuzeyde, Kıbrıslı Türklerinde Güneyde yaptıkları harcama miktarları basında haber diye çıkıyor.
Bunu da kim zararlı kim karlı milliyetçi ölçüsü ile ölçmeye kalkıyorlar.
Sonra da Globalleşme, Küreselleşme edebiyatları yapmaya da devam ediyorlar.
Dünyanın küreselleştiği edebiyatını, sosyal hakları ve kamusal alanları budamak için kendi insanlarına dönük yapan egemen güçler, ekonomik ilişkinin bu en temal alanlarını, yani deniz ve hava limanlarını, birbirine karşı yasaklamayı, bu akıl dışı tavrı sürdürmeye devam ederken ve Rumlar Kuzeyde, Türkler Güneyde ne harcadı edebiyatını, milliyetçi refleksleri tetikleyecek yasakçı mantıkları yeniden üretmek için yapmayı marifet sayarken, iki yüzlü tavırla, ekonomik ilişkileri sürdürmeyi de boşlamıyorlar.
Kuzeyin, Güneyin ve Türkiye'nin Globalleşmiş, Küreselleşmiş dünya ekonomisi ve siyasetini savunan belli ağızları; iş Soğuk Savaş mirası Kıbrıs sorununa geldi mi, dar milliyetçi siyasetlerini ifade etmekten de asla geri kalmamaktadırlar.
Karşılıklı olarak gizli ve örtülü ticaret yapıyorlar ama, hava ve deniz limanlarına dönük devam eden yasağı da kendi kamuoylarına dönük olarak, diğerini suçlayan söylemlerle şekillenen ulusal sözlerle de savunuyorlar.
Bu iki yüzlü siyaset sonuçta, en doğal olarak olması gereken ekonomik ilişki arayışlarının bir gereği olan Sayın Anastasiadis'le Türkiyeli şirketlerin görüşmesini dahi gizleyen bir yana dönüşüyor.

Kıbrıs Cumhuriyeti ve Çözüm Gerçeği:
Bu konuda ikinci bir gerçekte şudur.
Kıbrıs Cumhuriyetini siz istediğiniz kadar Kuzeyde veya Türkiye siyasetinde ret edin, yok sayın. Uluslararası siyaset ve hukuk indinde o hükümet ve yapı, Kıbrıs Adası'nın "meşru " temsilcisidir.
Bu yüzden siz istediğiniz kadar onu ret edin.
Eğer, Doğu Akdeniz'deki bu gaz pazarlığından pay almak ve enerji kaynakları ve yollarına dair bir konum elde etme niyetiniz varsa, sonuçta, illa ve illa bu uluslararası meşruluğa sahip ülke ve yönetimi ile bir bağınız olması gerekir.
Bu gerçek; Türkiyeli, özel ve kamu şirketlerinin bu konuda, resmi Türkiye ve Kıbrıs Türk siyasetinde, bu gaz kaynakları üzerinde Kıbrıslı Türlerinde hakkı ve ortaklığı olduğu ifadelerine karşın,Türkiyeli şirketlerin gaz konusunda neden Kıbrıs Türk Yönetimi ve onun yöneticileri ile görüşmediklerinin temelini oluşturmaktadır. Onlar bu uluslararası meşruluk nedeni ile Sayın Anastasiadis'le gizli- açık görüşme yapmaktadırlar. Bunun cevabı işte buradadır. Yani yaşamın bu gerçeği bunu zorunlu kılan haldir...
Siz kendinizi nasıl görürseniz görün. Çünkü, Kuzeydeki yönetim, uluslarası siyaset ve hukukun bir parçası değildir.
Bu yüzden, bu stratejik konuda kimse bizim kapımızı çalmaz. Çözümsüzlük sürdükce çalmayacakta.
Bu acı gerçek nedeni ile ne bu gaz konusunda evrensel temelde, "sofranın" düzenlenmesinde, nede bu sofraya, servis edilecek "yemeğin" hazırlandığı mutfakta, hiç bir zaman görünür bir varlığımız olamaz.
Yani bu anlamda Türkiyeli şirketler içinde biz, "görünmezlik hapı" yutmuş yok hükmündeyiz.
İstediğiniz hamaset edebiyatını yapın veya bu görüşme nedeni ile Türkiyeli şirketleri suçlayın, bu ilişkiyi belirleyen gerçek işte budur...
Yani Kıbrıs sorununu, Federal ilkelerde çözüp, Kuzeyi; Tek Egemenliği, Tek Uluslararası Kimlliği, Tek Vatandaşlığı olan Federal Devletin siyasi eşit tarafı haline döndüremezseniz, bu gaz sofrasının düzenlenmesi ve mutfağındali üretim için kimse, bizim kapımızı çalmayacaktır. Ne Türk, Ne Mısırlı, İsrailli, ya İngiliz, ABD'li yada İtalyan Rus ya da Fransız veya Çinli.....
Bu gerçek eğer çözüm olmazsa, hep yüzümüze vuracak ve biz asla görünür, aranan ve kapısı çalınan yapmayacaktır.
Bu yalnız gaz konusunda değil, en basitinden Spor karşılaşmalarında da olmaya devam edecektir.
Türkiye Spor Kulüpleri Güneye,; Güneyin spor kulüpleri Türkiye'ye gidecek ve Kıbrıs Cumhuriyeti Bayrağı Türkiye'deki spor karşılaşmalarında da dalgalanacaktır. Biz de Kuzeyde bunun seyircisi olmaya devam edeceğiz.
Bu gerçek nedeni ile de, Türkiye'nin Doğu Akdeniz'deki gaz sofrasından pay almak isteyen şirketleri de Lefkoşa'da Silahtar Burcunda yer alan eski İngiliz Vali Yardımcısının Konağı olan, KKTC CB'lığı Sarayının kapısını çalıp Sayın Akıncı ile değil; Güney Lefkoşa'da eski İngiliz Valisinin Konağının yer aldığı tepedeki Sarayda oturan "KC, CB'ı" Sayın Anastasiadis'in kapısını çalacaktır.
Bu gelişmeleri ise sol, kendi tezleri için, aldatılmış insan tepkileri ile elleyerek, içinde gizli milliyetçi söylem de olan, anti -Türkiye tepkilerle ele alıp eleştirecek.
Bu eleştirinin de bir müddet sonra da anti- Rum ifadelerle şekillenmesine de engel olamayacaktır.
Sağ ise bunları," anasına " açıktan kızamayan bir anlayışla suskun, ama içten içe de müthiş kızgın ve el altından oluşturduğu anti - Türkiye tepkilerle, teslimiyetiçi söz ve söylemlerle ele alacaktır.
Tek Egemenliği ve siyasi eşitliği olan Federal Kıbrıs'ı bir an önce kuramazsak, bunu hamaset edebiyatçı gölgesinde iki yüzlü bir şekilde hep yaşayacağız.
Ayni zamanda uluslararası tanınmışlık meselesi ile bu konuda yaşananları da bugün tek yanlı avantaj sayan Kıbrıs Rum egemen güçleri de, bu tanınmışlık avantajına karşın bu zenginliğin değerini çözümsüzlük şartlarının devamı ile doya doya yaşayamayacaktır.
Bu tek kanatla, "KC Güvercinini" yani Kıbrıs Cumhuriyetini, Doğu Akdeniz'de özgür ve huzurlu olarak uçuramayacaklardır.
Bu tek kanatlı Güvercin ile yani Kıbrıs Türk tarafını dışlayan yapı nedeni ile, adanın ve ülkenin çıkarlarını tam anlamı ile koruyamayacaklardır.
Bugün Mısır ve İsrail ile çok uluslu petrol şirketleri karşısında yaşadıkları, gerçekte de budur. Yani bu gaz sofrasından, Kıbrıs'ın, en maksimum fayda ile değil, en azla faydalanmasına yol açmışlardır....
Bu gaz sofrasından en maksimum faydayı iki taraf ve toplum, bir an evvel, Tek Egemenliği, siyasi eşitliği olacak olan,11 Şubat Ortak Belgesi'ne dayalı Federal Çözümün gerçekleşmesi ile yaşayacaklardır.
Çünkü, Güvercin iki kanatla uçarsa, menzile sağlıklı varır.

Önceki ileti     
     Yeni ileti
     Blog ana sayfası

Duvar

Yorum yok
Yorum eklemek için giriş yapmalısınız